Anasayfa » BENİM HİKAYEM » BU BENİM HİKÂYEM

BU BENİM HİKÂYEM

“Bazen mucizelerin tam kapınızın arkasında durup sizin kapıyı açmanızı beklediğini düşünüyorum. Kalkın yerinizden ve kapıyı açın. Mücadeleyi asla bırakmayın. Bu benim hikâyem, ben bitti demeden bitmeyecek ve diyorum ki sizin hikâyeniz de siz bitti demeden bitmeyecektir.”

               DİDEM SARAÇEL

Ben bir doktorum. Eşim Selim’le tıp fakültesinde okurken tanışıp âşık olup evlendik. İkimiz de doktoruz. Evlendikten sonra ihtisas sınavlarına girdik. Selim, benden önce Genel Cerrahi ihtisasını kazandı. Ben ise ancak iki yıl sonra Anestezi ihtisasını kazandığımda oğlum bir buçuk yaşındaydı. İlk biriktirdiğimiz parayla arabamızı aldığımızdaki mutluluğumu unutamam. Karı koca çalışıp sıfır bir araba almayı başarmıştık. Mutluyduk. İkinci oğlumuz dünyaya geldiğinde artık güzel bir ev sahibi de olmuştuk. Büyük oğlumuzun okul töreninden eve geldiğimiz  gece çocuklarımızı yatırdıktan sonra  kocamla odamıza çekildik. Üstümdekileri çıkarırken günün yorucu temposundan bahsediyorduk ki ellerim  nasıl olduğunu hala anlayamadığım bir şekilde göğüslerimde dolandı. İşte o zaman “Onu” fark ettim. Sağ memenin hemen altında koltuk altına yakın bir yerde yuvarlak sert bir doku vardı. Selim, “Ona” dokununca benim gibi anlamıştı, “ Sakin ol! Yarın hemen bir ultrason çektir.” dedi. Sabah olmasını bekliyemedim. Erken saatlerde arkadaşım röntgen uzmanı Semra’nın yanına gittim. Ölçümler arkasından tahliller yapıldı. Bir öğleden sonra tahlil ve röntgen sonuçlarıyla eve geldim. Evde çocuklar yoktu. Ev işlerine bakan yardımcımız bana kapıyı açtı. Kimseyle konuşacak halim yoktu. Doğru odama gidip kapıyı kapattım. Nasıl bir ağlama sesi evin içinde yükseldiyse kapı, vurulmadan açıldı. Karşımda yardımcımız  Şenay vardı, “Hanımefendi neyiniz var? Ne olur yapmayın” diye bana sarıldı. Onu kendimden uzaklaştırdım. Boynuma doladığı ellerini çektim. Koşarak odadan dışarıya çıktı. Kısa bir süre sonra Selim evdeydi, “Hayatım daha yapılacak çok şey var. Bu bir son demek değil. Mücadele edeceğiz.” diyerek beni teselli etmeye çalıştı.

O gece birbirlerimize sarılıp uyuduk. İçimin acısıyla gece yarısı uyandım, kendi kendime  “Şanslıyım” dedim. “Kocam ve çocuklarım yanımda yalnız değilim, arkamda kocaman ailem var. Tanrıya şükürler olsun.” Usulca yerimden kalkıp salona geçtim. Bedenimin bana ihanet etmesini kabul edemiyordum. Öfkeyle “Bunu bana nasıl yaparsın” dedim. Her gece televizyon seyrederken oturduğumuz koltuklara bakıp içimden bu evde her şeyi özelleştirmişiz diye düşündüm. Evdeki herkesin; koltuğu, masadaki yerleri, sandalyelerimiz belliydi. Adeta evimizin her köşesini paylaşmıştık. Bunu ilk defa farkediyordum. Göz yaşlarımı tutamadım. “Benden sonra onlar için zor olacak” dedim, içimden. Sonra arkadaşım Semra’nın sözleri yankılandı gecenin karanlık duvarlarında, “Sana inanamıyorum, tümör bu kadar büyük boyutlara gelene kadar nasıl fark etmezsin. Lenf sistemine sıçramış, daha erken fark etseydin, kolayca  bu tümörden kurtulurdun.” Demişti, yüzünde oluşan acıyla.

Hayatı kendini unuturcasına yaşamak demek; Rüzgara kendini kaptırıp sürüklenmek ya da gaza basıp arabanın direksiyonunu tutmamak gibi bir şey değil mi? İyi bir eş ,iyi bir anne ve insanlar için iyi bir hekim olmaya tüm sorumluluklarımı en iyi şekilde yerine getirmeye çalışırken kendimi hep en sonralara atmanın övgü verici olduğunu düşünerek yanılmıştım. Çevremdeki insanlara ve aileme en büyük yardımı öncelikle sağlıklı olarak yapabilirdim. Oysaki bizler, Obur bir devi doyurmaya çalışmak için kendimizi ihmal ediyoruz. Biz obur devi doyurmak için çabaladıkça o, daha fazlasını istiyor ve sonunda bizi yok ediyor. Pek çoğumuz hayatın bu yoğun temposuna kendimizi kapılıyoruz. Bir doktor olmama rağmen nasıl bu kadar bilinçsiz olabildim? Düzenli kontrollerimi yaptırmadım. Geçen altı ay öncesinde bir doktor kontrolüne gitmiş olsaydım şu an için her şey çok farklı olabilirdi. İşte bunu düşününce kahroldum. Kaderime isyan ettim. Tanrı bunu bana neden yapmıştı? Hayatım zaten onlarca sıkıntı ve zorluklarla geçmişti. Ben bunu hak ediyor muyum? diye ağladım. Sabah aynaya baktığımda saçlarım beyazlamıştı. Oysa ki  insanların bir gecede saçlarının beyazladığını sadece Türk filimlerinde seyrederdik. Aynaya bakarken içimden, “Meğerse doğruymuş” dedim. Bir gecede insanların saçları beyazlaşabiliyormuş.

Sabahın ışıklarıyla birlikte odalarından çıkan oğullarımın sesleri evi doldurdu. Dönüp onları seyrettim. Ağzımdan mırıltılar halinde “Benim hikâyem bu kadar kısa olamaz” dedim.

Benim hikâyem bu kadar kısa olamaz. Yüzümü  yıkamak için banyoya girdiğimde aynadaki  kendi görüntümle konuşuyordum, “Savaşacağım, beni yenecek bile olsan o kadar kolay pes etmeyeceğim.”dedim. O, çaresiz kadın gitmişti. Ağzım öfke ile büzüldü, “Gör seni yeneceğim.” derken kelimeler ağzımdan tane tane çıktı.

O günden sonra işimde eskisi gibi çalışmaya devam ettim. Yine evimin ve evlatlarımın başındaydım. Görünürde hiç bir şey değişmemiş gibi olsa da çok şey değişmişti. Hayatıma perensipler gelmişti. Bir fert olarak benim de haklarım vardı. Kendime öncelik vermeye başladım. Bunu yaparken bana doktorumun söylediklerine titizlikle uyuyordum. Vücut direncini arttırıcı gıdaları yaşantıma sokmaktan başka ruh ve beden sağlığımı korumak için çaba sarfetmeye de başladım. Eskiden elli metre bile yürümesini bilmeyen ben sporla tanıştım. Düzenli olarak açık havada yürümek bana çok iyi geldi. Tabiatın verdiği enerjinin farkına vardım. Yeşil olan her şey aynı zamanda şifa demekti. Tabiatın her rengi ayrı bir güzeldi. Spor yapmak bedensel değil aynı zamanda insanın ruhuna da çok iyi geliyordu. Ruh sağlığı ise her şeyin başıydı. Ruh sağlığı bozuksa asla bedensel olarak sağlıklı bir birey olunamayacağını öğrendim.  Ormanın içerisinden geçen bir patika buldum. Orada yürümeyi çok seviyordum. Bu yol genellikle çok ıssız oluyordu. Bir gün arkadaşım, “ Orada yalnız başına yürümekten kormuyor musun?” diye sordu. Derin bir nefes aldım, ona verdiğim yanıt şu oldu; “İnsan ölümle sınanırsa, hiçbir şeyden korkmaz”. Hastalığım beni özgürleştirdi. Ölümün yanında hiç bir şeyin hükmü kalmaz; Kaygılarınız ve korkularınız yok olur, artık insanların kaprislerine katlanmaz, sevmediğiniz insanları ayırır, duygularınızı daha rahat dile getirmeyi başarırsınız. Sonuçta hastalığım bana özgür olmayı öğretti. İlk iş olarak her iki göğsümü de alıp, yoğun bir kemoterapi tedavisi uyguladılar. Saçlarım döküldü ama peruk takmayı redettim. Onun yerine kendime güzel bir gözlük aldım, giyim tarzımı değiştirdim ve sonuçta yine de alımlı olmayı başardım. En azından kendime verdiğim yeni tarzdan ben hoşnuttum. Hastaydım ama bu benim öz güvenimi yok etmemeliydi. Bu hayatı kimseye bir şey ispat etmek için değil, kendim için yaşamalıydım. Kabul etmek gerekirse hastalığım bana çok şey öğretti. Hastalığımın ortaya çıkmasından bu yana sekiz yıl geçti. Hala yaşıyorum. Mücadeleye devam ediyorum. Hayatın pek çok gizli bahçesi varmış, onları keşfettim.

Bazen mucizelerin tam kapınızın arkasında durup sizin kapıyı açmanızı beklediğini düşünüyorum. Kalkın yerinizden ve kapıyı açın. Mücadeleyi asla bırakmayın. Bu benim hikâyem, ben bitti demeden bitmeyecek ve diyorum ki sizin hikâyeniz de siz bitti demeden bitmeyecektir.

YAZAN: DİDEM SARACEL