Lenf bezlerindeki şişlik halk arasında ilk olarak lenfomayı
akla getiriyor. Ancak boyunda veya vücudun herhangi bir yerinde lenf bezlerinde
yaşanan şişliğin büyük bir çoğunluğu kanser dışı nedenlerden meydana geliyor.
Yine de bu tür şişliklerde zaman kaybetmeden doktora başvurmak hayati önem
taşıyor.
Bu belirtileri
önemseyin
Lenfoma, lenf sisteminin hücrelerinde başlayan bir kanser
türüdür. Lenf sistemi, vücudun enfeksiyon ve hastalıklarla savaşmasına yardımcı
olan bağışıklık sisteminin bir parçasıdır. Lenfomanın en sık görülen belirtisi,
lenf bezindeki şişlik yani lenf bezinin büyümesidir. Fakat lenf dokusu tüm
vücutta bulunduğundan hemen hemen her yerde de başlayabilir. Bu nedenle
hastalığın belirtileri, tutulan bölgeye ve organa göre değişiklik gösterebilir:
•Dalakta büyüme
•Ateş, gece terlemeleri ve nefes darlığı
•Halsizlik, yorgunluk, iştah ve kilo kaybı
•Özellikle kemiklerde ağrı ve karın ağrısı
•Kalıcı öksürük, inatçı kaşıntılar ve cilt döküntüleri
•Alkol tüketiminden sonra lenf bezlerinde ağrı
•Sık sık enfeksiyon geçirmek lenfomada görülebilen belirtiler
arasındadır.
Şişlikten korkmayın ama ihmal de etmeyin
Boyunda 1 cm. kasık bölgesinde ise 2 cm. olan lenf bezleri
normal kabul edilebilir. Bu boyutların üzerinde bir büyümede lenfoma akılda
tutulması gereken bir hastalıktır. İster boyunda ister başka bir bölgede
yaşanan lenf bezi şişliklerinde, hastaların kötü huylu bir tümörü düşünerek
telaşlanması doğaldır. Ancak bu tür büyümelerin büyük bir çoğunluğu kanser dışı
nedenlere bağlıdır. Lenf bezinde lenfoma haricindeki şişlikler; enfeksiyon,
bağışıklık sisteminden kaynaklanan otoimmün hastalıklar, kullanılan bazı
ilaçlar, romatizmal hastalıklar ve lenf dokusunu oluşturan hücrelerin içinde
bazı moleküllerin birikiminden kaynaklanan depo hastalıklardan meydana
gelebilmektedir. Lenf bezlerinde şişlik olması durumunda zaman kaybetmeden
doktora başvurulması ve büyümenin nedeninin belirlenmesi gerekmektedir.
Lenf bezindeki şişlik
ağrımıyorsa
Lenf bezindeki şişliklerin ağrıyla birlikte yaşanması
hastaları daha fazla endişelendirmektedir. Ancak lenf bezi şişliklerinde ağrı
genellikle enfeksiyon kaynaklıdır. Lenfomadaki şişliklerin büyük bir çoğunluğu
ise ağrısızdır. 40 yaş ve üzerinde ortaya çıkan, ağrısız ilerleyen,haftalar
veya aylardır geçmeyen, sert, birbirine yapışık, birden çok ve lastik kıvamında
olan şişlikler lenfoma şüphesini artırmaktadır.
Tedavi hastaya göre
planlanıyor
Lenfoma tedavisinde belirli standartlar olmakla birlikte,
tedavinin planlanmasında hastalığın yaygınlığı, alt tipi, tümörün bazı
biyolojik özellikleri ve kişinin genel sağlığı da dahil olmak üzere dikkate
alınması gereken birçok faktör mevcuttur. Bu nedenle her hastaya göre tedaviyi
bireyselleştirmek gerekebilir. Lenfoma tedavisinde; kemoterapi, akıllı
moleküller denilen hedefe yönelik tedaviler, kök hücre nakli ve radyoterapi
tedavileri uygulanabilmektedir.
11 Temmuz’da online olarak “Leukemia&Lymphoma” dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, lenfoma mağdurlarının uzun dönemde kronik böbrek yetmezliği (KBY) gelişimi için önemli ölçüde risk altında olduğu bildirildi.
Çalışmada, Washington DC’deki Medstar Washington
Hastane Merkezi’nden ve Sanjal H. Desai ve meslektaşları, lenfoma mağdurlarında
uzun süreli KBY paternlerini tanımlamak için tanı sırasında ve tanı sonrası 1.,
2., 5. ve 10. yıllardaki glomerüler filtrasyon hızlarını (GFR) kaydettiler.
Araştırmacılar 397 hastadan (ortanca yaş, 55,3 yıl;
%54 erkek; % 60 Afrikalı-Amerikalı), %42’sinde hipertansiyon, %15’inde
diyabetes mellitus, % 3’ünde hiperürisemi, % 86’sında kemoterapi alımı ve %14’ünde
tanı sırasında KBY olduğu saptandı. Hastaların yaklaşık 1/3’ünde (% 31) lenfoma
tanısı konulduktan sonraki 10 yıl içinde KBY gelişti. Zamanla KBY gelişme
olasılığında önemli bir artış kaydedildi. Bu oran 1. yılda %23, 10. yılda %41’e
yükseldi. Araştırmacılar, GFR’de yılda 4,6 mL/dak düşüş gözlediler. KBY
gelişiminde yaş, hipertansiyon, hiperürisemi ve diyabet hastalığının (genç
hastalarda) belirleyici olduğu saptandı.
Araştırmacıların
sunduğu bu bulgular, uzun süreli lenfoma mağdurlarında böbrek fonksiyonunun
izlenmesi gereğini gösterdiği gibi, gelecekte lenfoma yı yenen hastalarda KBY’yi
önleme stratejilerini tanımlamak için planlanacak olan ileriye dönük prospektif
çalışmaların temelini de atmaktadır.
Kaynak:
Desai SH et al. Lymphoma survivors have an increased
long-term risk of chronic kidney disease. Leuk Lymphoma 2020:1-8.
American Journal of Hematology dergisinde yeni yayınlanan büyük bir retrospektif çalışmada Demir eksikliği anemisi (DEA) olan hastaların yaklaşık üçte birinde reaktif trombositoz gözlendiği ve bu hastalarda trombosit yüksekliği olmayan DEA hastalarına göre pıhtı (tromboz) riskinde 2 kat artış olduğu bildirildi.
Bu konudaki veri yetersizliği nedeni
ile, Boston’daki Harvard Tıp Okulu, Massachusetts Genel Hastanesi, hematoloji
bölümünden Andrew B. Song ve arkadaşları 6 milyondan fazla hasta için kapsamlı
elektronik sağlık kaydı verileri içeren Partners Research Hasta Verileri veri
kaydını kullanarak DEA’deki trombositoz oranını tanımlamaya çalıştı. 1979-2019 yılları arasında trombositozu olan
ve olmayan DEA hastalarını ve sayısını belirlediler. Genel olarak, 36.327 DEA
vakası tespit edildi ve bunların 15.022’sinde trombositoz vardı.
Kalite kontrol ve ayrıntılı manuel
grafik incelemesi sonrasında DEA hastalarında trombositoz oranının % 32.6
olduğu tahmin edildi. DEA hastalarında tromboz oranı %7.8 iken, DEA ve
trombositoz hastalarında bu oran %15.8 saptandı.
Araştırmacılar ayrıca hematolojik
parametreler ile trombositoz arasındaki ilişkiyi de değerlendirdiler.
Hemoglobin, trombosit sayısı (r = -0.1734; P = .0484) ve trombositoz süresi (r
= -0.3785; P <.0001) negatif korelasyon gösterdi.
Çok değişkenli regresyon modelinde,
trombositozun en yüksek olduğu dönemde azalan hemoglobin ve artan trombosit
sayısı arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır (P <.0001).
Çalışmanın kısıtlılıkları, retrospektif ve
gözlemsel doğasının yanı sıra potansiyel örnekleme yanlılığını da içermektedir.
Laboratuar tabanlı bir demir eksikliği tanımı belirlenmediğinden, yazarlar bu
çalışmada bir ferritin kesimi kullanmışlardır.
Araştırmacılar, çalışmalarında tromboz oranının
yüksek olduğunu belirttiler. Bunu tromboembolik bir olay yaşama olasılığı daha
yüksek olan hem ayakta hem de yatan hastalardan gelen verilerin dahil
edilmesine bağladılar. Ayrıca, trombositozun diğer nedenlerini dışlamak için
hasta dahil etme ve hariç tutma kriterlerini çık sıkı tuttuklarını belirttiler.
Bilindiği kadarıyla, bu çalışma DEA’de
reaktif trombositoz ile ilişkili trombotik riski doğrudan değerlendiren ilk
çalışmadır. Bulgular, bu klinik durumun küresel bazdaki yaygınlığı göz önüne
alındığında erken tanımlanmasının ve dolayısı ile erken tedavisinin ne kadar
önemli olduğunu vurgulamaktadır.
Kaynak
Song
AB, Kuter DJ, Al‐Samkari H. Characterization of the rate, predictors, and
thrombotic complications of thrombocytosis in iron deficiency anemia [published
online July 3, 2020]. Am J Hematol. doi: 10.1002/ajh.25925
İsveç’te yapılan yeni bir çalışma, miyeloproliferatif neoplazmların (MPN’ler) artmış enfeksiyon riski ile ilişkili olabileceğini gösterdi. Çalışma “Leukemia” dergisinde yayınlandı.
Hematolojik kanserler genellikle enfeksiyon
riski ile ilişkili olsa da, araştırmacılara göre MPN’lerle enfeksiyon riski arasındaki
ilişkiye ait net bir veri bulunmamaktadır.
Mevcut çalışma MPN’li 8363 hastada 32.405
popülasyon tabanlı kontrol grubuna (n = 32.405) kıyasla enfeksiyon oranlarını
değerlendiren eşleştirilmiş bir kohort çalışmasıdır. MPN’li hastalar İsveç
Kanser Kayıtlarından tespit edildi ve her hasta karşılaştırma için Toplam Nüfus
Kayıtları’ndan 4 kontrol ile eşleştirildi. Hastaneye yatışa neden olan enfeksiyonlar
çalışmanın birincil sonlanım noktasını oluşturdu.
Herhangi bir enfeksiyona sahip olma için
tehlike oranı (Hazard ratio=HR) MPN ile birlikte olmayandan 2.0 kat daha
yüksekti (% 95 GA, 1.9-2.0). Enfeksiyon tipine göre MPN’leri olan HR oranı
bakteriyel enfeksiyonlar için 1.9 (% 95 CI, 1.8-2.0), viral enfeksiyonlar için
2.1 (% 95 CI, 1.9-2.3) ve mantar enfeksiyonları için 2.9 (% 95 CI, 2.5-3.5)
idi. Sepsis için, MPN’leri olan grupta HR oranı 2.6 (% 95 Cl, 2.4-2.9)
saptandı.
MPN’nin alt tipi de enfeksiyon riski
seviyesiyle ilişkili bulundu. Her biralt tip için enfeksiyon riski artmış olsa
da, primer miyelofibrozis ile bu risk en yüksek düzeyde (HR, 3.7;% 95 CI,
3.2-4.1) saptandı. Polisitemi vera ve esansiyel trombositeminin HR oranları 1.7
idi.
2006 ve 2013 yılları arasında tanı konan MPN
hastaları için yapılan tedavilerin analizinde, çalışma araştırmacıları
enfeksiyon riski ile MPN’nin tedavi edilmemesi veya hidroksiüre, interferon-α
veya anagrelid ile tedavi edilip edilmemesi arasında anlamlı bir ilişki
bulamadılar.
Araştırmacılar, sonuç olarak, “MPN’li
hastaların, özellikle primer miyelofibrozlu hastaların, genel populasyona
kıyasla ciddi enfeksiyon riskinin önemli derecede yüksek olduğuna dair klinik
olarak önemli bulgular sunduklarını” bildirdiler
Kaynak
Landtblom
AR, Andersson TML, Dickman PW, et al. Risk of infections in patients with
myeloproliferative neoplasms — a population-based cohort study of 8363 patients
JAMA Onkoloji dergisinde yeni yayınlanan bir makaleye göre, hareketsiz kalmanın kansere bağlı ölüm riskinin artmasıyla bağlantılı olduğu bildirildi. Çalışmanın En önemli bulgulardan birisi ise hareketsiz yaşam tarzına sahip hastalarda 30 dakikalık hafif ve orta yoğunluklu fiziksel aktivitenin kanser ilişkili ölüm riskini sırasıyla %8 ve %31 oranında azalttığı gösterildi.
Önceki araştırmalar, hareketsiz bir yaşam tarzına sahip
hastalarda, kansere bağlı ölümler de dahil olmak üzere tüm nedenlere bağlı ölüm
riski artışı ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte, hastaların
kendi günlük aktivitelerini raporladıkları ve daha objektif ölçümler kullanan
prospektif çalışmalara ait veri bulunmamaktadır.
Bu çalışmada araştırmacılar, ABD’de orta yaşlı ve yaşlı
yetişkinler arasında kansere bağlı ölüm riski ile birlikte, ivmeölçerle (akselometre)
belirlenen hareketsiz geçirilen süre ile hareketsiz zamanın uzunluğu arasındaki
bağlantıyı değerlendirdi. Dahil edilen tüm bireyler İnme Konusunda Coğrafi ve
Irksal Farklılıkların Nedenleri olarak çevirebileceğimiz REGARDS çalışmasına
dahil edilmiştir.
Bu çalışmaya alınan 8002 kişiden 3668’i (% 45.8) erkek, ortalama
yaş 69.8 yıl ve 268’i (% 3.3) ortalama 5.3 yıllık takip döneminde kanserden
öldü. Yaşlılık, erkek cinsiyet, sigara içme durumu ve siyah ırk olmanın her
biri bağımsız olarak artmış ölüm riski ile ilişkiliydi, ancak eğitim düzeyi,
ikamet bölgesi ve alkol tüketimi arasında herhangi bir ilişki bulunamadı.
Hareketsiz zaman üç kısıma ayrıldı. Birinci kısım
hareketsizliğin en az olduğu, 3. Kısım ise hareketsizliğin en fazla olduğu
kısım olarak belirlendi. İvmeölçer ile 2. (2668 kişi) ve 3. Kısıma (2667 kişi) giren
hastalarda yaş, ırk, cinsiyet, ikamet
bölgesi, eğitim düzeyi ve mevsime göre yapılan çok değişkenli (multivariate) analiz
ile kanserle ilişkili mortalite riski daha yüksek saptandı.
Birincisi ile aynı değişkenler için ayarlanan ve ek olarak
sigara içme durumu, alkol kullanım durumu, vücut kitle indeksi, diyabet durumu,
hipertansiyon durumu, dislipidemi durumu, koroner kalp hastalığı öyküsü, inme
öyküsü ve derecesini de içeren ikinci modelde istatistiksel olarak anlam
saptanmadı.
En önemli bulgulardan birisi ise hareketsiz yaşam tarzına
sahip hastalarda 30 dakikalık hafif ve orta yoğunluklu fiziksel aktivitenin
kanser ilişkili ölüm riskini sırasıyla %8 ve %31 oranında azalttığı
gösterilmiştir.
Kaynak
Gilchrist
SC, Howard VJ, Akinyemiju T, et al. Association of sedentary behavior with
cancer mortality in middle-aged and older US adults [published online June 18,
2020]. JAMA Oncol. doi: 10.1001/jamaoncol.2020.2045
Trombosit (pıhtılaşma hücreleri) veya kan pulcukları kan pıhtısı oluşumunda görev alan hücrelere verilen isimdir. Bu yazımızda trombositler, trombosit düşüklüğü, trombosit yüksekliği ile ilgili tüm sorulara yanıt vermeye çalıştık.
Trombosit
nedir? Trombosit ne demek?
Trombosit (pıhtılaşma hücreleri) veya kan pulcukları kan
pıhtısı oluşumunda görev alan hücrelere verilen isimdir. Düşük trombosit
sayıları veya fonksiyon bozuklukları kanamaya yatkınlığı artırırken, yüksek
trombosit sayıları tromboz (damarda kanın pıhtılaşması) riskini yükseltir.
Trombosit
normal değeri ne kadar olmalıdır? Trombositopeni nedir? Trombositoz nedir?
Normal değeri bir mm3 kanda 150 bin – 450 bin
arasındadır. Kandaki “trombosit” sayısının 150 bin/mm3’den az olması
durumuna “trombositopeni”, kandaki trombosit sayısının 450 bin/mm3’den
fazla olması durumuna “trombositoz” denir.
Trombosit
düşüklüğü (eksikliği) neden olur? Trombosit neden düşer?
“Trombositopeninin tek nedeni lösemi değildir.”
Başlıca 3 ana nedeni vardır;
1.Yeterli
miktarda üretilememe durumu: Kemik iliğinin direkt
olarak kendi yapım bozukluğu olabileceği gibi kemik iliğinin yapımını bozan dış
etkenler de bu duruma neden olabilir. Trombositlerin ana hücrelerinin
üretiminin bozulması, infeksiyonlar, kemik iliği yetmezlikleri, doğuştan
trombosit düşüklükleri ve lösemiler bu grupta sayılabilir.
2.Trombositlerin
parçalanması durumu: Kemik iliğinde üretim olsun ya da olmasın,
kemik iliğinde üretilip kana çıkan trombositlerin iç ve dış etkenlerle
parçalanması durumudur. Bağışıklık sistemi
bozuklukları, ilaçlar, infeksiyonlar (infeksiyonlar kemik iliğinin üretimini
bozabildiği gibi, aynı zamanda kana çıkan trombositleri de parçalayabilirler),
romatizmal hastalıklar, bazı yavaş seyirli lösemiler, diğer kan hücrelerinin de
(alyuvarlar) parçalanmasına neden olan bazı kan hastalıkları ilk akla gelen
nedenlerdir.
3.Trombositlerin
vücuttaki dağılımında bozulma: İleri derecede dalak
büyüklüğü, vücut sıcaklığının yapay olarak değiştirilmesiyle birlikte uygulanan
genel anestezi durumu bu hücrelerin vücudun belirli bölümlerde göllenmesine
neden olarak sayısını düşürebilir.
Trombosit
yüksekliği (fazlalığı) neden olur? Trombosit neden yükselir?
Trombositoz, kandaki trombosit sayısının yüksek
olmasıdır. Trombositler plazmada bulunan pıhtılaşma hücreleri olup, kanama
sırasında pıhtı oluşturmak üzere birbirine yapışarak kanamayı durdururlar.
Trombosit yüksekliği inme, kalp krizine neden olabilir veya herhangi bir organa
giden damarda pıhtı oluşturabilir.
Trombositoz ikiye ayrılır:
1. Primer
(Birincil)
2. Sekonder
(İkincil)
1.
Primer (Birincil) trombositoz: Esansiyel trombositemi
olarak da adlandırılır. Kemik iliğindeki aşırı üretim sonucu trombositlerin
sayıca artmasıdır. Nedeni
bilinmemektedir. Kan veya kemik iliğinde bazı gen mutasyonlarının bu duruma
neden olabileceği gösterilmiştir. Fakat bu mutasyonlar kalıtsal yani aileden
geçişli değildir, yaşamın bir döneminde sonradan kazanılan mutasyonlardır.
2.
Sekonder (İkincil) trombositoz: Altta yatan başka bir neden
vardır. Bu neden düzelmedikçe trombositoz düzelmez. Başlıca sayılabilecek
nedenler:
Demir
eksikliğine bağlı kansızlık
Kanser
İnfeksiyon
veya infeksiyon dışı iltihap durumu
Cerrahi,
özellikle splenektomi (dalağın çıkarılması)
Eğer trombositoz altta yatan bir nedene bağlı ise yani
sekonder trombositoz ise, o neden düzelince trombosit sayısı normale döner.
Örneğin bir infeksiyona bağlı trombosit sayısı yüksek bulunmuşsa, infeksiyon
uygun antibiyotik ya da antimikrobiyaller ile tedavi edildiğinde trombosit
sayısı da genelde normale döner. Ameliyat olduktan sonra bir yükselme olmuşsa,
ameliyattan sonra beli bir zaman dilimi içinde normale gelir. Trombosit sayısı
genelde kısa bir süreliğine yükseldiği için, sekonder trombositoz anormal kan
pıhtılaşmasına neden olmaz.
Primer trombositoz veya esansiyel trombositemi durumunda
ise pıhtılaşma komplikasyonları ve ciddi kanama görülebilir. Bu durum
genellikle trombosit sayısının ilaçlarla iyi kontrol edilmesiyle önlenebilir.
Ancak, yıllar sonra kemik iliği fibrozisi (skarlaşma) gelişebilir. Hastaların
küçük bir yüzdesinde lösemiye dönüşüm görülebilir.
Trombosit
düşüklüğü belirtileri nelerdir?
Hafif düşüklükte herhangi bir yakınma ve bulgu
görülmeyebilir. Özellikle 50 bin/mm3 altında kol, bacaklar ve
gövdede ağrısız bereler, burun ve dişeti kanamaları olabilir. Lösemili
hastalarda trombositopeni ile birlikte genellikle alyuvar ve akyuvar
sayılarında da bozulma görülür. Genelde kanamanın ön planda olduğu bir tablo
yapsa da, bazı durumlarda tam tersine tromboz (kanın pıhtılaşma durumu) da
saptanabilir.
Trombosit
yüksekliği belirtileri nelerdir?
Çoğu hastada herhangi bir belirti bulunmaz. En sık
görülen belirti ve bulgular; burun, ağız ve diş etleri veya mide ve bağırsak
sistemi gibi çeşitli bölgelerden kanamadır. Anormal kan pıhtılaşması da, inme,
kalp krizi ve karın kan damarlarındaki sıra dışı pıhtılara yol açabilir.
Esansiyel trombositoz olan bazı hastalarda, el ve ayaklarda kızarıklık, ağrı,
şişlik, hissizlik ve karıncalanma oluşabilir. Bu duruma “eritromelalji” adı
verilir.
Trombosit
düşüklüğünün tedavisi nedir?
Trombosit düşüklüğü bir hastalık değil, altta yatan bir
hastalığın laboratuvar bulgusudur. Bu nedenle tedavisi hangi hastalığın
trombosit düşüklüğüne yol açtığına göre değişir. Eğer bir infeksiyona bağlı ise
uygun antibiyotik kullanımı ile, kemik iliğinin yetersiz üretimine bağlı ise
kemik iliğinde trombosit yapımını uyaran ilaçlar ve kök hücre nakli ile,
lösemiye bağlı ise hangi lösemi olduğuna göre uygun kemoterapi ve akıllı
ilaçlar ile, romatizmal bir nedene bağlı ise uygun anti-romatizmal ilaç
kullanımı ile, parçalanmaya bağlı ise kortizon başta olmak üzere parçalanmayı
önleyecek ilaçların kullanılması ile tedavi edilebilir.
Burada ana başlıklar halinde verilen tedavi şekillerini
altta yatan hastalık kesinleştikten sonra size bakan doktor ve sağlık
ekibinizle detaylı olarak konuşmanız daha uygun olur.
Trombosit
yüksekliğinin tedavisi nedir?
Aynı trombositopeni yani trombosit düşüklüğü gibi
trombositoz yani trombosit sayısının yüksekliği de altta yatan bir hastalığın
laboratuvar bulgusudur. Bu nedenle tedavisi hangi hastalığın trombosit
yüksekliğine yol açtığına göre değişir. İkincil nedenler açısından bakıldığında
trombosit yüksekliği eğer demir eksikliğine bağlı ise uygun demir tedavisi,
kansere bağlı ise kanserin tedavisi, herhangi bir infeksiyona bağlı ise uygun
antibiyotik kullanımı ile tedavi edilebilir. Cerrahi sonrası gelişen trombosit
yüksekliği durumu genelde zamanla normale döner. Normale dönme zamanı geciken
hastalarda pıhtılaşmayı önlemek için aspirin kullanmak gerekebilir.
Esansiyel trombositoz tedavisi hastalığın risk grubuna
göre değişir. Yaşı 60’ın altında ve daha öncesinden herhangi bir pıhtı durumu
yaşamamış hastalar düşük risk kabul edilerek sadece aspirin verilebilirken,
yaşı 60 ve üzerinde olan ya da daha öncesine ait bir pıhtı geçirmiş olanlarda
trombositlerin düşürmek için ek tedaviler verilebilir. Genelde ilk seçenek
hidroksiüre adı verilen kemoterapi olarak da kullanılan bir ilaçtır. Bunun
dışında hastanın durumuna göre interferon, anagrelid ve JAK2 inhibitörü adı
verilen tedavilerde kullanılabilir. Yine, ağır hayatı tehdit
eden trombositoz vakalarında, trombosit sayısını daha güvenli seviyelere
indirmek için trombositaferez denen bir işlem uygulanır. Bu işlem için diyaliz
cihazına benzer bir cihaz kullanılır. Hastanın kanı bir koldan alınarak,
içindeki trombositler ayrılır ve eş zamanlı olarak kanın geri kalan kısmı diğer
koldan hastaya geri verilir. Bu şekilde trombositlerin uzaklaştırılması ile trombosit
sayısı düşürülmüş olur.
Burada ana başlıklar halinde verilen tedavi şekillerini
altta yatan hastalık kesinleştikten sonra size bakan doktor ve sağlık
ekibinizle detaylı olarak konuşmanız daha uygun olur.
Yemek olarak tükettiğimiz yiyeceklerle trombosit
düşüklüğü oluşması arasında herhangi bir ilişki olup olmadığını kanıtlayan net
bir bilimsel veri bulunmamaktadır. Sadece bağışıklık sisteminin anormal
çalışarak trombositlerin parçalanmasına neden olduğu “İmmün trombositopeni”
hastalığında beslenme alışkanlığının trombosit düşüklüğü yapabileceğine dair
bazı bulgular saptanmıştır. Bu nedenle mümkün olduğu kadar işlenmiş gıdalardan
ve fast-food türündeki yiyeceklerden kaçınmak gerekir. Alkol kemik iliğini
baskılayarak trombosit yapımını azalttığı için abartılı alkol tüketiminden
kaçınılmalıdır. Kahve tüketimi ve trombosit düşüklüğü ile ilgili çelişkili
çalışmalar olsa da genel olarak kahvenin hem trombosit sayısını hem de
fonksiyonlarını azaltıcı etkisi nedeni ile çok tüketimden kaçınılmalıdır.
Günümüzde, kanıtlanmış bilimsel veriler ışığında
trombosit düşüklüğüne iyi gelecek bir besin bulunmamaktadır.
Günümüzde, kanıtlanmış bilimsel veriler ışığında
trombosit yüksekliğine iyi gelecek bir besin bulunmamaktadır.
Pekmez
tüketimi trombosit değerlerini etkiler mi?
Günümüzde, pekmez tüketiminin trombosit değerlerini
etkilediğine dair bilimsel bir veri bulunmamaktadır.
Yeşil
Çay tüketimi trombosit değerlerini etkiler mi?
Yeşil çay tüketimi ile trombosit değerlerinin azalması
arasındaki ilişki porsukağacı yaprağı olarak bilinen Çin çayı ile ilgili olarak
gösterilmiştir. Bununla birlikte yeşil çay genellikle trombosit sayısını
düşürmez fakat trombosit aktivitesini ve fonksiyonlarını bozarak kanamaya meyil
oluşturabilir. Bu durum genelde doz ilişkilidir. Yani tüketim bırakılınca
normale döner.
Antep fıstığı tüketiminin hayvan deneylerinde karaciğer
ve böbrek fonksiyonları üzerine olumlu etkilerinin olduğu bildirilmekle
birlikte trombosit sayısı üzerine bilinen bir etkisi yoktur.
Böğürtlen tüketiminin trombosit sayısı üzerine net bir
etkisi yoktur. Hayvan deneylerinde trombosit aktivitesini ve fonksiyonlarını
azalttığı bu nedenle kan sulandırıcı etkisi olduğu bilinmektedir.
Trombosit
yüksekliği kanser belirtisi midir?
Akut lösemi olarak bildiğimiz hızlı başlangıçlı kan ve
kemik iliği kanserlerinde trombosit yüksekliği değil tam tersine trombosit
düşüklüğü görülür. Kronik lösemi olarak bildiğimiz yavaş seyirli lösemilerde
(kronik myeloid lösemi) ve myeloproliferatif
hastalık şeklinde adlandırılan lösemi dışı kontrolsüz kemik iliği üretimi ile
giden bazı hastalıklarda trombosit yüksekliği olabilir. Organ kanserlerinde
(akciğer, karaciğer, mide vb) de trombosit yüksekliği olabilir.
Trombosit
düşüklüğü kanser belirtisi midir?
Kemik iliğine de yayılmış her türlü kanser veya direk
olarak kemik iliğini tutan ilik ya da kan kanserleri trombosit düşüklüğüne
neden olabilir. Kansere bağlı trombosit düşüklüğü kanserin kemik iliğine
yayılımına bağlı ise birlikte kan değerini gösteren hemoglobin düzeyi ve
lökosit denilen beyaz kan hücrelerin sayısı da düşük çıkar. Nadir olarak
kanserin kendisi anormal bağışıklığı tetikleyip trombositlerin parçalayarak da
tek başına trombosit düşüklüğüne neden olabilir.
Trombosit
ne kadar sürede yükselir?
Herhangi bir hastalığa bağlı gelişen trombosit
yüksekliğinde süre altta yatan hastalığa göre değişir.
Trombosit
ne kadar sürede düşer?
Herhangi bir hastalığa bağlı gelişen trombosit düşüklüğünde
süre altta yatan hastalığa göre değişir.
Hamilelikte
trombosit yüksekliği veya düşüklüğü olur mu?
Hamilelikte en sık “gebelik ilişkili trombositopeni”
olarak tanımlanan trombosit düşüklüğü görülebilir. Genelde hamileliğin 3-6.
Ayında ortaya çıkar ve herhangi bir tedavi gerektirmeden hafif düzeylerde
seyreder. Doğum için trombosit değerinin >50 bin/mm3, sezeryan
için >50 bin/mm3 olması yeterlidir. Doğum öncesi bu değerlerin altında olan
hastalarda tedavi gerekebilir. Gebelik ilişkili trombosit düşüklüğü Kadın Doğum
ve Hematoloji doktorları tarafından birlikte değerlendirilmelidir.
Dalak
ameliyatı sonrası trombosit değerleri değişir mi?
Dalak ameliyatı sonrası trombosit değerleri artabilir. Bu
süre bazen birkaç hafta bazen aylarca olabilir.
Hemoroit
trombosit değerlerini etkiler mi?
Hemoroitin trombosit değerlerini etkilediğine yönelik
bilimsel bir veri bulunmamaktadır.
İlik
nakli trombosit değerlerini etkiler mi?
İlik nakli öncesi hastaya kök hücreler verilmeden önce
“hazırlık rejimi” adı verilen kemoterapi verilir. Bu rejim trombosit
düzeylerini geçici olarak düşürür.
Sezaryen
trombosit değerlerini etliler mi?
Sezeryanın trombosit değerlerini etkilediğine dair net
bir veri bulunmamaktadır
Trombosit
süspansiyonu nedir?
Trombosit süspansiyonu trombositopenili veya trombosit
disfonksiyonu olan hastalarda hem kanamayı önlemek hem de aktif kanamanın sonlandırılması
amacıyla verilen kan komponentidir. Aferez ve random trombosit süspansiyonu
olmak üzere 2 çeşidi vardır. Random trombosit süspansiyonu hastadan alınan
kanın santrifüj yöntemiyle bileşenlerine ayrılarak hazırlanması ile oluşur.
Aferez trombosit süspansiyonu ise aferez cihazı adı verilen diyaliz cihazına
benzeyen cihazlar yardımı ile toplanır.
Trombosit
agregasyonu nedir?
Trombositlerin kanamayı durdurmak ve pıhtılaşmayı
sağlamak için birbirleri üzerine kümelenmesi durumudur.
Trombosit
kan vermek zararlı mı?
Trombosit vermenin bilinen ciddi bir zararı
bulunmamaktadır. Trombosit aferezi sırasında nadir olarak tansiyon düşüklüğü,
dudaklarda karıncalanma, baş dönmesi olabilir.
Trombosit
verdikten sonra ne yemeli?
Gerek kan gerekse trombosit bağışı öncesi ve sonrası
meyve suyu dahil bol sıvı tüketmek ve alkol almamak önerilir.
Trombosit
vermenin riskleri?
Trombosit vermenin bilinen ciddi bir zararı
bulunmamaktadır. Trombosit aferezi sırasında nadir olarak tansiyon düşüklüğü,
dudaklarda karıncalanma, baş dönmesi olabilir.
Trombosit
iğnesi nedir?
Trombosit iğnesi tanımı genelde trombosit değerlerini
yükseltmek için verilen ve kemik iliğinde trombositlerin ana hücresi olan
megakaryositleri uyarmak için yapılan romiplostim tedavisi için kullanılır.
Bu yıl COVID 19 pandemisi nedeniyle sanal olarak yapılan EHA
kongresinden derlediğimiz çalışmaları özetlemeye devam ediyoruz. Kongre
bilimsel programda sunulan klinik çalışmada ileri evre hodgkin lenfoma hasta
grubunda 2 kür tedavi sonrası çekilen PET BT sonucu negatif bulunan ve tedaviye
ek 2 kür ile devam ederek tedavisi sonlandırılan hasta grubunda, negatif PET BT
sonrası 4-6 kür ek kemoterapi daha alan gruba göre genel sağkalım (OS) daha iyi
saptandı.
Bu yıl sanal olarak yapılan EHA kongresinde bilimsel
programda sunulan klinik çalışmada ileri evre hodgkin lenfoma hasta grubunda 2
kür tedavi sonrası çekilen PET BT sonucu negatif bulunan ve tedaviye ek 2 kür
ile devam ederek tedavisi sonlandırılan hasta grubunda, negatif PET BT sonrası
4-6 kür ek kemoterapi daha alan gruba göre genel sağkalım (OS) daha iyi
saptandı.
Alman Hodgkin Çalışma Grubu tarafından yürütülen
uluslararası, çok merkezli, randomize, açık etiketli, faz 3 bir çalışma, ileri
evre Hodgkin lenfomalı hastalarda, metabolik görüntüleme yöntemi olan PET
BT’nin yoğun kemoterapi rejimi olan ve bleomisin, etoposit, doksorubisin,
siklofosfamid, vinkristin, prokarbazin ve prednizolon’dan oluşan EBEACOPP
rejiminin siklus sayısına olan etkisini ve güvenilirliğini araştırdı (HD18; NCT00515554).
Bu çalışmada, yeni tanı konmuş ileri evre Hodgkin lenfoma
tanısı almış 18 ila 60 yaşları arasındaki yetişkin hastalara, 2 siklus eBEACOPP
rejimi sonrası 18-floro-2-deoksi-D-glukoz ile PET BT görüntüleme yapıldı (PET-2). PET-2-pozitif hastalığı olanlar,
rituksimab ile veya ritüksimab olmadan 6 ek eBEACOPP siklusu almak için randomize
edilirken, PET-2-negatif hastalığı olanlar 6 (bir protokol değişikliğinden
sonra 4) veya 2 ek döngü alacak şekilde randomize edilmiştir. Çalışmanın birincil
sonlanım noktası progresyonsuz sağkalım (PFS) ve ikincil sonlanım noktaları ise,
uzun dönem OS, güvenlik ve geç toksisite olarak belirlendi.
HD18’in nihai analizinden elde edilen temel bulgular,
PET-2-negatif hastalığı olan hastalar için, eBEACOPP sikluslarının etkinlikten
ödün vermeden 8/6’dan 4’e düşürülebileceğini ortaya koydu. Ayrıca, sadece 4 siklus
eBEACOPP rejimi alan alt gruptaki
hastalarda, daha fazla sayıda eBEACOPP rejimi alan hastalara kıyasla daha düşük
şiddetli enfeksiyon ve organ toksisitesi saptandı.
Mevcut analizde, araştırmacılar, 66 aylık medyan takipte
HD18 çalışmasına kayıtlı PET-2-negatif hastaların alt grubu için 4 siklus
kemoterapinin uzun süreli etkinliği ve güvenliğini 8/6 siklus kemoterapi ile
karşılaştırdılar . Tedavi sayısı yönünden 4 siklus eBEACOPP alan 474 hastada (%
98.1) 6/8 kür (% 95.3; tehlike oranı [HR], 0.36; 95% CI, 0.17-0.74; P = .0038) tedavi
alan hasta grubuna göre belirgin bir şekilde daha yüksek 5 yıllık OS oranı görüldü.
4 siklus kemoterapi alan hastalar lehine çıkan sağkalım
farkının 6/8 siklus kemoterapi alan hasta grubundaki tedavi ilişkili ölümlere
bağlı olduğu bildirilmiştir. Ek olarak, 5 yıllık kümülatif lösemi/miyelodisplastik
sendrom (MDS) insidansı 6/8 siklus
kemoterapi alan hastalarda %1.7 iken ve 4 siklus alan hastalarda %0.4 saptanmıştır
(P = .13).
Analiz, 61 aylık medyan takip süresinde PET-2 negatif
hastalar için 4 siklusa karşı (200 hasta) 6 siklus kemoterapi alan hastalar
(202 hasta) ile sınırlandırıldığında 5 yıllık sağkalımlar arasında herhangi bir
fark saptanmadı (sırasıyla %97.5’a karşı %96.3) (HR, 0.46; 95% CI, 0.14-1.48; P
=.18). Yine, 4 siklus kemoterapiye kıyasla 6 siklus kemoterapi alanlarda, 5
yıllık lösemi/MDS kümülatif insidansı arasında da fark saptanmadı (sırasıyla%
1.0 ve% 0.5) (P = .58).
Çalışmayı sanal kongrede sunan Alman Çalışma Grubu’ndan Stefanie
Kreissl “4 kür doz artırılmış eBEACOPP tedavisinin PET-2 negatif hastalarda
kabul edilebilir bir toksisite profili ile olağanüstü etkinlik gösterdiğini
kaydederken, öte yandan, azaltılmış tedavi ile bile, tedavi yükünün de önemli
bir belirleyici olduğu, bu nedenle gelecekteki klinik çalışmaların özellikle
genç hasta kohortu için tedavi tolere edilebilirliğini daha da artırmayı
amaçlaması gerektiğini” sözlerine ekledi.
Kaynak
Kreissl
S, Goergen H, Kobe C, et al. PET-guided treatment in patients with
advanced-stage Hodgkin lymphoma: Follow-up analysis of PET-2 negative patients
in the HD18 trial by the German Hodgkin Study Group. Presented at: Virtual
Edition of the 25th European Hematology Association (EHA) Annual Congress; June
2020. Abstract S222.
Borchmann
P, Goergen H, Kobe C, et al. PET-guided treatment in patients with advanced-stage
Hodgkin’s lymphoma (HD18): Final results of an open-label, international,
randomised phase 3 trial by the German Hodgkin Study Group. Lancet.
2018;390:2790-2802.
COVID 19 salgını nedeni ile bu sene 25. Avrupa Hematoloji Kongresi de (EHA25) sanal olarak yapılıyor. Kongrede sunulan bir araştırmada, venetoclax (Venclexta) ve azasitidin kombinasyonu, yoğun tedavi için uygun olmayan akut miyeloid lösemili tedavi almamış hastalarda sadece azasitidine karşı ölüm riskinde %34’lük bir azalmaya yol açtı.
Hasta
penceresinden değerlendirildiğinde, AML ile yaşayan hastalar bir taraftan kemoterapiye
dayanamayacak kadar ek hastalıklara sahip olabilirler, bir taraftan da en
agresif kan kanseri tiplerinden biriyle karşı karşıya kalmaktadırlar. VIALE-A
çalışmasının sonuçları, venetoclax + azasitidin tedavi kombinasyonu ile daha
önce tedavi edilmemiş ileri yaş AML hastalarına daha iyi sağkalım ve tam yanıt sağlayarak
iyi bir haber vermektedir.
Bu sene sanal olarak yapılan 2020 Avrupa Hematoloji
Kongresinde sunulan faz 3 VIALE-A
çalışmasının sonuçlarına göre Venetoclax (Venclexta) ve azasitidin
kombinasyonu, yoğun tedaviye uygun olmayan akut miyeloid lösemili (AML) tedavi almamış
hastalarda tek başına azasitidine karşı ölüm riskinde% 34’lük bir azalmaya yol
açtı.
Ortalama 20.5 aylık takipte medyan genel sağkalım (OS),
azasitidin + plasebo (HR, 0.66;% 95 GA, 0.52-0.85) ile 9.6 ay, venetoclax + azasitidin
ile 14.7 ay (dağılım, 11.9-18.7) idi (P <.001).
Çalışmanın baş araştırmacısı MD Anderson Kanser
Merkezinden Courtney D. DiNardo EHA kongresinde yaptığı açıklamada “VIALE-A
çalışmasının AML tanısı konmuş yaşlı fit olmayan hasta grubunda sağkalım
faydası gösteren ilk faz 3 çalışma olduğunu” bildirdi. Ayrıca, “Venetoclax ve
azasitidin kombinasyonunun, standart yoğun kemoterapiye uygun olmayan yaşlı hastalar
için yeni bir bakım standardı olarak düşünülmesi gerektiğini ifade etti.
AML hastaların çoğu yoğun indüksiyon tedavisi alamayacak
komorbideteleri olan ve ortalama yaşları 70 civarında olan hastalardır. Azasitidin,
desitabin ve düşük doz sitarabin gibi düşük yoğunluklu tedaviler bu hasta
grubunda düşük aktiviteye sahiptir ve tedavi genellikle düşük sağkalım ile
sonuçlanır. Bu çalışma öncesinde bir faz 1b çalışmasında (NCT02203773),
BCL-2’nin seçici küçük moleküllü bir inhibitörü olan venetoclax ve azasitidin
kombinasyonu bu hasta grubunda umut verici sonuçlar ve güvenlik profili
göstermiştir.
Kasım 2018’de, FDA, yaşı 75 yaş veya daha yüksek olan
veya komorbiditeleri nedeniyle yoğun indüksiyon kemoterapisi alamayan olan
yetişkin hastalarının tedavisi için venetoclax tedavisine azasitidin, desitabin
veya düşük doz sitarabin ile kombinasyon halinde kullanım için hızlandırılmış
onay vermiştir.
Randomize, çift kör, çok merkezli, plasebo kontrollü
VIALE-A çalışmasına, komorbiditeleri nedeniyle yoğun indüksiyon tedavisi için
uygun olmayan ve/veya 75 yaş ve üstü olan AML hastaları alındı. Daha önce
hipometile edici ajan alan hastalar çalışma dışı bırakıldı.
Hastalar, venetoclax + azasitidin (n = 286) veya azasitidin + plasebo (n = 145) almak için 2:1 oranında randomize edildi. Araştırma kolundaki hastalar, 28 günde bir 1-7. günlerde deri altından veya intravenöz olarak 75 mg/m2 azasitidin ve 1-28. günlerde günde bir kez 400 mg oral venetoklaks (ilk günde 3 gün içinde doz artırımı olacak şekilde) aldı. Kontrol kolu ise 1-7. günlerde 75 mg/m2 azasitidin ile birlikte 1-28. günlerde günde bir kez oral plasebo aldı.
Çalışmanın birincil sonlanım noktası OS idi. İkincil son
noktaları, ikinci siklus öncesi bileşik tam remisyon [tam remisyon (CR) + kan
değerlerinde tamamlanmamış düzelme (CRi) ile CR), transfüzyon bağımsızlığı [eritrosit
veya trombosit süspansiyonu açısından], moleküler alt gruplara göre CR/CRi ve
OS ile olaysız sağkalım (EFS) idi.
Çalışmaya kaydolan hastaların ortalama yaşı 76 idi
(aralık 49-91). Hastalar, sırasıyla venetoclax + azasitidin ve azasitidin +
plasebo kollarında ortalama 7.0 (aralık, 1-30) ve 4.5 (aralık, 1-26) tedavi
aldı.
CR/CRi oranları venetoclax + azasitidin ve azasitidin +
plasebo kollarında sırasıyla %66.4 (% 95 CI,% 60.6 -71.9) ve %28.3 (% 95 CI,%
21.1 -36.3) idi (P <.001 ). İkinci siklusun başlangıcındaki CR/CRi oranları
sırasıyla %43.4 (% 95 CI,% 37.5-49.3) ve %7.6 (% 95 CI,% 3.8 -13.2) saptandı (P
<.001).
Venetoclax + azasitidin ile CR oranı, sırasıyla %36.7 (%
95 CI,% 31.1 -42.6) ve %17.9 (% 95 CI,% 12.1 -% 25.2) oranı ile azasitidin +
plaseboya göre iki kattan daha fazlaydı (P < .001).
İlk CR/CRi yanıtına kadar geçen ortalama süre, venetoclax
+ azasitidin kolunda 1.3 ay (% 95 CI, 0.6-9.9) ve azasitidin + plasebo kolunda
2.8 aydı (% 95 CI, 0.8-13.2). CR/CRi süresi sırasıyla 17.5 ay ve 13.4 aydı.
Ayrıca, venetoclax eklenmesi ile elde edilen yanıtların sitogenetik risk veya moleküler alt gruptan bağımsız olarak olumlu olduğu izlenmiştir. Yüksek risk sitogenetik özelliği olan hastalarda yanıt oranları venetoclax + azasitidin ve azasitidin + plasebo kollarında sırasıyla %53 ve %23 idi. Orta risk sitogenetik özellikleri olan hastaların yanıt oranları ise sırasıyla %74 ve %32 saptandı. De novo AML hastalarında ise yanıt oranları sırasıyla %66 ve %30 idi. Sekonder AML’li hastaların yanıt oranları sırasıyla %67 ve %23 olarak bulundu.
CR/CRi oranları, venetoclax + azasitidin kolunda IDH1/2
(% 75.4;% 10.7), FLT3 (% 72.4;% 36.4), NPM1 (% 66.7;% 23.5) ve TP53
mutasyonları (% 55.3;% 0) olan hastalarda da anlamlı olarak daha yüksekti.
EFS süresi venetoclax + azasitidin ve azasitidin + plasebo kollarında sırasıyla 9.8 ay (% 95 CI, 8.4-11.8) ve 7.0 aydı (% 95 CI, 5.6-9.5) (P <.001).
Güvenlik profili, venetoclax ve azasitidin
kombinasyonunun bilinen güvenlik profilleri ve tek başına her bir maddenin
bilinen güvenlik profilleri ile tutarlıydı. Venetoclax + azasitidin ve
azasitidin + plasebo kollarında tüm derecedeki en sık görülen gastrointestinal
yan etkiler (AE’ler) bulantı (% 44’e karşı% 44), kabızlık (% 43’e karşı% 39),
ishal (% 41’e karşı 33) %) ve kusma (% 30’a karşı% 23) idi.
Venetoclax + azasitidin ve azasitidin + plasebo
kollarındaki ciddi AE’ler (grade ≥3), febril nötropeni (%30’a karşı %10) ve
pnömoniden (%16’ya karşı %22) oluşuyordu. Venetoclax + azasitidin kolundaki
hastalarda tümör lizis sendromu % 1 ile nadir oranda görüldü. Otuz günlük
mortalite oranları sırasıyla %7 (n = 21) ve %6 (n = 9) idi.
Venetoclax + azasitidin ve azasitidin + plasebo
kollarındaki hastaların en az % 10’unda meydana gelen grade 3 veya daha yüksek
hematolojik AE’ler trombositopeni (%45’e karşı %38), nötropeni (%42’ye karşı %
29), febril nötropeni (%42’ye karşı %19), anemi (%26’ya karşı %20) ve lökopeni
(%21’e karşı %12) idi.
Çalışmayı sunan DiNardo, kombine tedavide kemik iliği
biyopsilerinin 1. siklus sonunda yapılması gerektiğini ekledi.
Hasta penceresinden değerlendirildiğinde, AML ile yaşayan
hastalar bir taraftan kemoterapiye dayanamayacak kadar ek hastalıklara sahip
olabilirler, bir taraftan da en agresif kan kanseri tiplerinden biriyle karşı
karşıya kalmaktadırlar. VIALE-A çalışmasının sonuçları, venetoclax + azasitidin
tedavi kombinasyonu ile daha önce tedavi edilmemiş ileri yaş AML hastalarına
daha iyi sağkalım ve tam yanıt sağlayarak iyi bir haber vermektedir.
Kaynak
DiNardo
C, Jonas B, Pullarkat V, et al. A randomized, double-blind, placebo-controlled
study of venetoclax with azacitidine vs azacitidine in treatment-naïve patients
with acute myeloid leukemia ineligible for intensive therapy-VIALE-A. Presented
at: 2020 European Hematology Association Virtual Congress; June 11-21, 2020;
Virtual. Abstract LB2601.
Ülkemizde covid 19 salgını yönünden normalleşmenin sağlanmasına yönelik adımlar atılırken, bugünün tarihi olan 04 Haziran 2020 itibari ile tüm dünyada vaka sayısı 6.5 milyonu geçti, ölümler ise 400 bine yaklaştı. Eldeki az sayıdaki veriye rağmen Covid 19 infeksiyonunun kanser hastaları açısından yüksek risk oluşturduğunu biliyoruz. Bu nedenle bu yazımızda bir hematolojik kanser olan ve gerek hastalık şiddeti gerekse hastalık seyrinin hastadan hastaya değişebildiği kronik lenfositik lösemide covid 19 ile ilgili olarak sık sorulan soruları derlemeye çalıştık.
Yaklaşık 1 yıldır KLL
tanısı ile izleniyorum. Doktorum kan değerlerimin iyi olması ve henüz tedavi
başlama kriterlerini sağlamamam nedeni ile tedavisiz izliyor. COVID 19 için ne
kadar risk altındayım? Hastalığı geçirmem durumunda hastalık şiddetim ve hayati
riskim akıllı ilaç veya kemoterapi ile tedavi gören kişilere göre daha az mı
olur?
KLL hastalarında bağışıklık sistemi az ya da çok bozulduğu için infeksiyonlara yakalanma riski artmaktadır. Bu durum teorik olarak covid 19 için de geçerli olmakla birlikte KLL hastalarının covid 19 hastalığına yakalanma riskinin arttığına dair net bir veri yoktur. COVID 19 hastalığı ve KLL birlikteliği için az sayıda olgu yayınlanmıştır. Bugün için aktif tedavi alan ve tedavisiz izlenen hastalardaki covid 19 şiddetini karşılaştırma yapacak kadar olgu bulunmamaktadır. Bununla birlikte akıllı ilaç veya kemoterapi gibi hiç tedavi almamış 4 olgunun hastalık şiddetlerinin ileri derecede olduğu gösterilmiş, fakat bu şiddetin sadece KLL hastalığına mı ya da hastaların ileri yaşta ve ek başka hastalıklarının da olmasına mı bağlı olduğunu kesin olarak söylemek mümkün olmamıştır.
Bu nedenle tedbiri elden bırakmamak, mümkün olduğu kadar
sosyal izolasyona ve hijyen kurallarına dikkat etmek ve maske takmak gerektiğini
söylemek gerekir.
Eldiven takmayla
ilgili çelişkili ifadeler duyuyoruz. Bu konudaki öneriniz nedir?
Bu konuda birden fazla yorum duyma nedeniniz,net ve tek bir
kuralın olmamasına bağlıdır. Eldiven takma olayını kişi bazında değerlendirmek
gerekir. Daha öncesine ait sık ve şiddetli infeksiyon geçiren bir KLL hastası
iseniz, ya da KLL hastası olmayıp KLL hastası olan bir yakınıza ya da kişiye
bakıyorsanız, her iki durumda da dış ortamla çok temasınız var ise temastan
önce ve sonra değiştirmek üzere eldiven takabirsiniz. Bununla birlikte eldiveni
doğru kullanmaz iseniz hem kendinize hem de başkalarına hastalığı geçirme
riskiniz de olabilir. Kendini izole etmiş, sürekli evde kalan bir kişide
eldivene ihtiyaç duyulmaz. Fakat kalabalık bir markete giriş yaptığınızda
sadece o süre içinde eldiven takabilirsiniz. Son olarak kuralına uygun ve sık
el yıkamanın, sosyal mesafeyi koruyarak maske takmanın ve dokunduğumuz herhangi
bir yerden sonra el yıkama imkanımız yoksa elimizi yüzümüze ve ağzımıza
götürmemenin birçok durumda daha koruyucu olduğunu eklemek de gerekir.
Şu önlemleri hiç aklımızdan çıkarmayalım:
Ellerinizi öncelikli olarak sabunlu su veya el
dezenfektanı ile sık sık ve en az 20 saniye ovalayarak yıkayın.
Gözlerinize, burnunuza veya ağzınıza yıkanmamış
ellerle dokunmayın.
Diğer insanlardan en az 1.5 metre uzakta tutun.
Mümkün olduğu kadar izole olmaya çalışın ve diğer insanlarla temas sayınızı
azaltın.
Dışarı çıktığınızda mutlaka maske takın.
Öksürdüğünüzde veya hapşırdığınızda burnunuzu ve
ağzınızı dirseğinizle veya bir mendille örtün.
Çok dokunduğunuz yüzeyleri temizleyin ve
dezenfekte edin.
75 yaşında bir KLL
hastasıyım. Kızım ziyarete gelmek istiyor. Kabul etmeli miyim?
Ne yazık ki hayır. Şu an ki rehberlerin önerisi immün
sisteminiz baskılanmış olduğu ve yüksek risk kabul edilmeniz nedeni ile sosyal
teması yüksek olan kişilerle biraraya gelmeniz doğru olmaz.
Yaklaşık 2 yıldır KLL
hastasıyım ve erken evre olmam nedeni ile tedavi almayıp 3 ayda bir kan
testleri yaptırarak izleniyorum. Pandemi dönemi ve sonrası için takip
aralıklarını açmam konusunda bir öneriniz olur mu?
Özellikle pandemi döneminde çoğu hastane ve doktor
tarafından uygulanan telekonferans yöntemi ile görüşmeyi öneriyoruz. Takip
aralıklarınızın nasıl olacağı konusu hastalığınızın son durumuna ve risk
faktörlerinize göre belirlenmesi gereken bir durum olduğu için bu konuyu
mutlaka doktorunuzla tartışmalısınız. Hastalığı oldukça stabil veya yavaş seyreden
düşük riskli kişilerde pandemi kontrol altına alınana dek takip aralıkları
açılabilir.
Pandemi sürerken KLL
tanısı aldım. Doktorumuz tedavi başlanması gerektiğini söyledi. Tedavim
ertelenebilir mi? Ertelenemeyecek ise alacağım tedavi pandemi öncesi KLL
hastalarına uygulanacak tedavi ile aynı mı olacak?
KLL yavaş seyirli bir kronik lösemi tipidir. Yapılan çalışmalarda başlangıç evresinde olan, kansızlık gelişmeyen, pıhtılaşma hücrelerinde (trombositler) düşüklük gözlenmeyen, lenfosit sayısında çok hızlı bir artış tesbit edilmeyen, dalağı çok büyük olmayan, lenf bezlerinde aşırı büyüme gözlenmeyen, sık ve şiddetli infeksiyon öyküsü olmayan, B semptomları dediğimiz kilo kaybı, gece terlemesi ve ateş yakınmaları olmayan hastalarda tedavi başlanmaz ve “bekle-gör” stratejisi ile hasta bahsedilen kriterlerin gelişimi açısından izlenir. Bu kriterlerin bir veya birkaçı sizde mevcut ise doktorunuz tedavi planlayabilir.
Verilecek tedavi ya da tedaviler her hasta için standart
aynı tedavi değildir. Tedavi tipi, yaşınıza, ek hastalıklarınıza ve KLL için
taşıdığınız genetik risk faktörlerine göre değişir. Düşük risk hastalığı olan
ve takiplerinde hastalıkta yavaş ilerleme göstererek tedavi kriterleri gelişen
hastalarda tedavi her hasta için bireysel olarak değerlendirilerek hekim kararı
ile geciktirilebilir. Fakat yüksek risk hastalığı olan ve hastalığı hızlı
ilerleyen ya da hızlı ilerleme olasılığı yüksek hastalarda geciktirmek doğru
olmayabilir. Unutulmaması gereken nokta, bu kararlar mutlaka sizi takip eden
hekim ve sağlık ekibi ile tartışılarak alınmalıdır.
Öte yandan, tedavi başlama kararı verilirse hekiminiz tedavi
sonrası infeksiyon gelişimi riskini artırabilecek ve covid 19 hasarında önemli
olan sitokin fırtınası durumunu alevlendirebilecek monoklonal antikor (rituximab, obinituzumab)
adı verilen bazı akıllı ilaçların (ibrutinib veya venotoclax gibi diğer akıllı
ilaçlarla birlikte veriliyorsa) verilmesini erteleyebilir. Elbette, yine bu
kararlar mutlaka sizi takip eden hekim ve sağlık ekibi ile tartışılarak
alınmalıdır.
Venotoclax ya da ibrutinib
gibi akıllı ilaç alan, Covid 19 geçirmemiş ve evde izole olan hastalarda ya da
covid 19 testi pozitif olan hastalarda tedaviyi kesmek ya da değiştirmek gerekir
mi?
Covid 19 negatif hastalarda venotoclax ve ibrutinib’in
kesilmesine yönelik bir veri yoktur. Özellikle yüksek risk grubunda olan ve
tedavisi yeni başlayan hastalarda bu ilaçların kesilmesi hastalığı
alevlendirebileceği için devam edilmesi önerilmektedir. Covid 19 pozitif
hastalarda da yine bilimsel veri olmamakla birlikte hafif covid 19 semptomu
olan hastalarda herhangi bir doz veya ilaç değişikliği yapmadan devam edilmesi,
şiddetli semptomları olan hastalarda ise ilacın kesilmesinin hastalık
aktivasyonuna neden olabileceğini göz önünde bulundurarak hastalığın
agresifliği ile ilacın kar-zarar dengesini hesap ederek bireysel bazda karar
verilmesinin uygun olacağını söyleyebiliriz. Her iki durumda da mevcut kararlar
mutlaka sizi takip eden hekim ve sağlık ekibi ile tartışılarak alınmalıdır.
Öte yandan KLL tedavisinde kullanılan bruton kinaz inhibitör
grubu ilaçlar olan ibrutinib ve acalabrutinib gibi akıllı ilaçları farklı
kanserler için kullanan kişilerde covid 19 semptomlarının hafif seyretttiği ve
hastanede yatış sürelerinin daha az olduğu ortaya çıkmıştır. Bu ilaçların covid 19 sırasında görülen ve
hayati risk oluşturan “sitokin fırtınası” durumunu önleyebileceğine yönelik
bazı hipotezler öne sürülmekle birlikte bu konuda yorum yapmak için henüz çok
erken olduğu söylenebilir.
Yaklaşık 2 yıldır KLL
hastasıyım. Erken evre olduğum için hastalığıma yönelik herhangi bir tedavi
almamakla birlikte, sık infeksiyon öyküm ve antikor seviyemde düşüklük olduğu
için koruyuvu olarak aylık antikor (İntravenöz İmmunglobulin=IVIG) tedavisi
almaktayım. IVIG beni covid 19 infeksiyonundan korur mu? Hastaneye gitmeye
korkuyorum. Bu koruyucu tedaviyi almayabilir miyim?
Öncelikle aldığınız koruyucu antikor tedavisinin diğer
solunum yolu infeksiyonlarından korunmak için bağışıklık sisteminizi
güçlendirmek amacı ile verildiğini ve size COVID-19 için herhangi bir koruma
sağlamadığını bilmeniz gerekiyor. Çünkü, şu an covid 19 ile çok sayıda maruz
kalınma durumu olmadığı için bizi bu spesifik virüse karşı savunmak için
verilen immünoglobulinde mevcut antikorlar olmayacaktır.
COVID-19 olmayan hastalarda, sadece hipogamaglobulinemi
(İmmunglobulin G tipindeki antikor düzeyinin düşüklüğü) öyküsü olan ve
potansiyel yararların infüzyon için kliniğe gelme risklerinden daha ağır
bastığı aktif veya tekrarlayan şiddetli enfeksiyonları olan seçilmiş hastalar
için IVIG tedavilerine devam edilmesi önerilmektedir. Bu durumlarda bile,
400-500 mg/dl IgG seviyesini hedefleyen mümkünse (örneğin aylık yerine her 6-8
haftada bir) daha az infüzyon düşünülmelidir.
COVID-19 pozitif olan KLL hastalarında koruyucu IVIG
tedavisine devam edilebilir. COVID-19 ile daha yüksek pıhtı oluşma riski göz
önüne alındığında, hastaların pıhtı ile ilgili yakınmalarının yakından
izlenmesi gerekir.
68 yaşında KLL
hastasıyım. 1 sene önce akıllı ilaç ve kemoterapiden oluşan tedavim tamamlandı.
Bu dönemden beri ilaçsız kontrollerimi yaptırıyorum. Seyehate çıkmak ve
çocuklarımın yanına gitmek istiyorum. Öneriniz nedir?
Daha önce de belirttiğimiz gibi, ister tedavi altında olsun,
ister tedavisi tamamlanmış olsun, isterse henüz tedavi başlanmamış olsun tüm
KLL hastalarında bağışıklık sistemi bozukluğuna bağlı infeksiyon riski
artmıştır. Aynı durum covid 19 için de geçerlidir. Bu nedenle salgının tamamen
ortadan kalkmadığı dönemler için kalabalık ortamda uçak, tren ve gemi
seyahatlerinin sakıncalı olabileceği göz önünde bulundurulmalı ve mümkün olduğu
kadar özel araç tercih edilmelidir. Ziyarete gidilen kişilerin sosyal ortamda
teması fazla ise gidilen yerde de bu riskin artabileceği göz önünde
bulundurulmalıdır.
KLL hastası olarak
yapılacak aşılar konusunda kafam karıştı. Hala grip aşısı yaptırmalı mıyım?
Evet. KLL hastaları yıllık grip aşılarını ve 2 dozluk zatüre
(pnomokok) aşılarını güvenle yaptırabilirler ve yaptırmaları önerilmektedir.
Covid 19 için henüz geliştirilmiş ve rutin uygulamaya geçmiş bir aşı
bulunmamaktadır.
Kaynaklar
1. Jin XH et al. COVID-19
in a patient with chronic lymphocytic leukaemia. Lancet Haematol 2020;7:351-352.
2. Paneesha S et al. Covid-19
infection in therapy-naive patients with B-cell chronic lymphocytic leukemia.
Leuk Res 2020;93:106366.
3. Thibaud S et al. Protective
Role of BTK Inhibitors in Patients with Chronic Lymphocytic Leukemia and
COVID-19. Br J Haematol. 2020 May 20.
Yeni tip corona virus infeksiyonu (covid 19) ile enfekte olan insan sayısı tüm dünyada 6.1 milyon kişiye ulaşırken, ölüm sayısı 370 bin oldu. Hematolojik kanserler olarak bilinen lenfoma, multiple myeloma ve lösemi hastalığına sahip kişilerde mevcut hastalıkların bağışıklık sistemini etkilemesi nedeniyle covid 19 infeksiyonundan etkilenme konusunda ister istemez bir endişe hakim. Bu yazımızda miyelom hastalarının covid 19 pandemisi döneminde bu endişe ile ilgili olarak sık sorduğu soruları özetlemeye çalıştık.
Hastalığımın henüz
tedavi gerektiren aşikar miyelom haline gelmediği ve “smoldering miyelom”
denilen öncü formu olduğu söylendiği için henüz bir tedavi almıyorum. Herhangi bir özel önlem almalı mıyım?
“Smoldering” terimi “için için yanan” anlamında
kullanılmaktadır. Bu durumda kişide henüz aşikar miyelom gelişmemiştir ve tüm
tedavi kriterlerini karşılamadığı için –klinik çalışma kapsamı hariç- rutin
pratikte herhangi bir tedavi verilmeden hasta izlenmektedir. Smoldering
miyelomlu kişilerin tamamen normal bağışıklığa sahip olup olmadığı veya aktif
miyelomda olduğu gibi bozulmuş olup olmadığı bilinmemektedir. Smoldering
miyelom hastalarının çoğunun iki uç arasında bir yerde olması muhtemeldir. Bu
nedenle, her bireyin sosyal mesafeyi ve iyi hijyen uygulamalarını takip
etmesini şiddetle tavsiye ederiz. Şu anda, belirli ek öneri yoktur. Ateş,
öksürük, vücut ağrıları, yorgunluk ve nefes darlığı gibi COVID-19
enfeksiyonunun yaygın semptomlarından biri mevcutsa, hemen doktorunuzu
aramalısınız.
Smoldering Miyelom için bir klinik araştırma kapsamında ilaç
tedavisi alıyor iseniz, tedaviyi sürdürme, geciktirme veya durdurma konusundaki
öneriler için doktorunuzla konuşmalısınız.
Beyaz kan hücresi /
nötrofil sayım düşük. Mevcut tedaviye ek olarak herhangi bir şey yapmam
gerekiyor mu?
Beyaz kan hücresi sayınızı desteklemek için büyüme
faktörleri (Neupogen, Neulasta) kullanıp kullanmayacağınızı ve bağışıklık
sisteminizi desteklemek için aylık olarak intravenöz immünoglobulin (IVIG,)
verilip verilmeyeceğini doktorunuzla görüşmenizi öneririz. Doktorunuz ayrıca
beyaz kan hücresi sayınız artıncaya kadar anti-biyotik ve anti-mantar ilaç
almanızı da önerebilir.
Normal immünoglobulin
/ antikor seviyelerim düşük. Mevcut tedaviye ek olarak herhangi bir şey yapmam
gerekiyor mu?
Özellikle daha öncesine ait sık infeksiyon öykünüz varsa, bağışıklık
sisteminizi desteklemek için aylık olarak intravenöz immünoglobulin (IVIG)
kullanmanız konusunda doktorunuzla görüşmenizi öneririz. Doktorunuz ayrıca
immünoglobulin / antikor seviyeleri normale dönene kadar yine anti-biyotik ve
mantar önleyici ilaç almayı önerebilir.
Enfeksiyonlara karşı
korunmak için her ay IVIG alıyorum. Bunun COVID-19 enfeksiyonunu daha da
kötüleştirebileceğini duydum. Bu doğru mu?
Şu anda, aylık koruyucu IVIG uygulamasının COVID-19 enfeksiyonu üzerinde olumlu veya
olumsuz herhangi bir etkisi olduğuna dair güvenilir bir kanıt yoktur. IVIG
tedavisine acil kriz geçene kadar devam edip etmeyeceğinize karar vermek için
miyelom tedavi ekibinizle konuşmalısınız.
COVID-19’u tedavi
etmek için klinik çalışmalarda birkaç ilaç olduğunu duydum. Bunlar için bir
reçete almalı ve enfeksiyon belirtileri olması durumunda bunları kullanmalı veya
kullanmak üzere evde saklamalıyım?
Mevcut bilgilerimiz dahilinde covid-19 tedavisinde birebir
etkinliği gösterilmiş bir tedavi yöntemi yoktur. Özellikle, yakın zamanda
Lancet Tıp Dergisinde hidroksikolorokin, klorakin ve bunların hastaneye
yatırılan Kovid-19 hastaları üzerindeki etkilerini gözlemleyen bir çalışma
yayınladı. Yetkililer, ilacın tek başına veya makrolid grubu antibiyotik ile
birlikte kullanıldığında, daha yüksek bir ölüm oranı beklendiğini bildirdiler.
Adını sıkça duyduğumuz remdesivir isimli ilacı ise ABD Sağlık Bakanlığı’na
bağlı Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sadece acil durumlarda ve ümitsiz koronavirüs
hastalarında kullanılmasını onayladı. Bu iki ilacın dışında da çok sayıda
ilacın klinik çalışması devam etmektedir ve henüz net bir veri elde
edilmemiştir. Şu an için bilinen gerçek ise, bu ilaçlardan herhangi birinin
COVID-19 enfeksiyonunu önleyebileceğine veya enfeksiyonu evde tedavi etmek için
kullanılabileceğine dair bilimsel bir kanıt olmadığıdır. Bu nedenle miyelom
tedavi ekibinize danışmadan bunlardan hiçbirini almamalısınız. Büyük olasılıkla
ekibiniz de bu ilaçları almamanızı tavsiye edecekdir.
Ateş durumunda
antibiyotik kullanmalı mıyım?
Anti-biyotikler bakteriyel enfeksiyonları tedavi eder;
COVID-19 gibi bir virüs üzerinde hiçbir etkisi olmayacaktır. Ek olarak, doktor
gözetiminde anti-biyotik almak, anti-biyotik dirençli bakterilerin gelişimini
teşvik eder. Bir enfeksiyon ve/veya ateş durumunuz olursa, doktorunuzun
rehberliği olmadan kendinizi evde tedavi etmek yerine tıbbi yardım almalısınız.
COVID-19 enfeksiyonu
durumunda “Steroid Olmayan Antienflamatuar İlaçlar” (NSAID’ler) almamam
gerektiğini duydum. Bu konudaki öneriniz nedir?
Miyelom hastalarında zaten bu ilaçların kullanılması böbrek
yetmezliği için artan risk nedeniyle önerilmez. COVID 19 durumundan bağımsız
olarak bu ilaçları hekiminiz ile görüşmeden almanızı önermiyoruz.
Miyelom tedavi planımın
bir parçası olarak steroid (prednizolon, deksametazon) alıyorum ve bunları
almamam gerektiğini duydum. Bu doğru mu?
Steroid tedavisinin covid 19 hastalarında hastanede yatış
süresi ve ölüm riskini artırması, ek enfeksiyon gelişimini kolaylaştırması
nedeni ile tedavinizde bazı düzenlemeler yapılabilir. Bununla birlikte, steroidler
çoğu miyelom tedavisinin önemli bir parçasıdır, bu nedenle miyelom tedavi
ekibinizle devam etmenin riskleri ve yararları hakkında konuşmalısınız.
Zona profilaksisi
için asiklovir veya valasiklovir kullanıyorum. Bu COVID-19 enfeksiyonunu
önlemeye yardımcı olur mu?
Hayır. Güncel veriler ışığında, asiklovir veya valasiklovir
kullanımının COVID-19 üzerinde herhangi bir etkisi olduğuna dair bir kanıt
yoktur. Öncelikli olarak sosyal mesafe ve iyi hijyen kurallarına uymalısınız.
Soğuk algınlığı /
grip mevsiminde başka ilaç almam gerekir mi?
Multipl miyelom için onaylanmış ilaçların çoğu ek enfeksiyon
gelişimini artıran ilaçlardır. Bu nedenle, bu enfeksiyonlara karşı korunmak
için profilaktik anti-mikrobiyal ilaç kullanmanız gerekirir. Proteazom
inhibitörü (Velcade, Kyprolis, Ninlaro) tedavisi görüyorsanız, zona hastalığını
önlemek amacı ile anti-viral ilaç önerilmektedir. Anti-CD38 ajanları (Darzalex,
Sarclisa) için, zona hastalığını önlemek ve test yapıldığında Hepatit B
virüsüne maruz kalma olasılığınız varsa anti-viral ilaç kullanmanız
önerilecektir. Yüksek doz steroidlere uzun süre maruz kalan hastalarda
(Pneumocystis jirovecii adlı bir organizmanın neden olduğu bir pnömoniyi
önlemek için koruyucu ilaç verilmesi konusunda doktorunuzla görüşmelisiniz. Şu
anda COVID-19’a özgü başka ilaç önerilmemektedir.
Geçen yıl otolog kök hücre nakli oldum. Mevcut tedaviye ek olarak herhangi bir şey yapmam gerekiyor mu?
Hayır. Hekiminizin önerisi ile Zona hastalığını önlemek için
koruyucu anti-viral ilaç kullanmalısınız. Her ne kadar allojenik nakildeki
kadar keskin kurallar olmamakla birikte otolog nakilde de nakil olduğunuz
merkezin mevcut aşılama programına uymalısınız. Şu anda COVID-19’a özgü başka
ilaç önerilmemektedir.
Hastalığım için kök hücre toplanması ve / veya otolog kök hücre nakli planlandı. COVID-19 salgını bunu etkiler mi?
Transplantasyonda önde gelen tıbbi organizasyonlar [Amerikan
Transplantasyon ve Hücresel Terapi Derneği (ASTCT), Avrupa Kemik İliği Nakli Derneği,
Mayo Kliniği gibi] uygulanacak algoritmalar ile ilgili önerilerini
tavsiyelerini gerek kendi sitelerinde gerekse bilimsel yayınlarda yayınladı. Bu
öneriler bazı detaylarda farklı olmakla birlikte, sizi takip eden hekimleriniz
bu önerileri kendi tecrübeleri ile harmanlayarak gerekli önerileri yapacaktır.
Bu rehberler ışığındaki önerilerimizi şöyle sıralayabiliriz:
1. Remisyonda iseniz ve kök hücre toplanması ve nakli
“konsolidasyon” yani pekiştirme tedavisi için programlanmışsa, acil kriz geçene
kadar her ikisini de geciktirme konusunda doktorunuzla görüşmenizi öneririz.
2. Kök hücre mobilizasyonu dediğimiz kemik iliğindeki kök
hücrelerin kana geçirilmesi sürecine (kemoterapi ve / veya büyüme faktörleri)
daha önce başladıysanız, toplamanın devam edip etmeyeceğini doktorunuzla
tartışmalısınız
3. Kök hücreleriniz toplansa bile, nakil işleminin
geciktirilmesini ya da geciktirilmemesini tartışmalısınız. Eğer geciktirilme
kararı verilirse nakil için doğru fırsatı beklerken doktorunuz ayaktan
kemoterapiye geri dönmenizi önerebilir.
4. Doktorunuz nükseden hastalığın tedavisi için otolog kök
hücre nakli önerdiyse, devam edip etmemeniz konusunda yinebir görüşme
yapmalısınız. Alternatif tedaviler olabilir, ancak doktorunuz otolog nakli en
iyi seçenek olarak düşünüyorsa, şu anda devam etmenin risklerini ve faydalarını
gecikmeye karşı tartmalısınız.
5. Bu konuları özellikle sizi tedavi eden ve bu nedenle
hastalık durumunuzu en iyi bilen tedavi ekibinizle yapmak en uygun davranış
olacaktır.
Prof. Dr. H. İsmail
SARI
İç Hastalıkları ve
Hematoloji Uzmanı
Kaynaklar
1. Terpos E et al. Management of patients with multiple
myeloma in the era of COVID-19 pandemic: a consensus paper from the European
Myeloma Network (EMN). Leukemia 2020:1-12.
2. Malard F, Mohty M. Management of patients with multiple
myeloma during the COVID-19 pandemic. Lancet Haematol 2020:435-437.
3. Al Saleh AS, Sher T, Gertz MA. Multiple Myeloma in the
Time of COVID-19. Acta Haematol 2020:1-7.
4. Per Ljungman et al. The Challenge of COVID-19 and
Hematopoietic Cell Transplantation; EBMT Recommendations for Management of
Hematopoietic Cell Transplant Recipients, Their Donors, and Patients Undergoing
CAR T-cell Therapy. Bone Marrow Transplant 2020:1-6.