Anasayfa » Makaleler » Hematoloji Uzmanları İçin Güncel Sunum/Literatür

Hematoloji Uzmanları İçin Güncel Sunum/Literatür

LENFOMAYI YENEN HASTALARDA KRONİK BÖBREK YETMEZLİĞİ GELİŞME RİSKİ ARTIYOR

11 Temmuz’da online olarak “Leukemia&Lymphoma” dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, lenfoma mağdurlarının uzun dönemde kronik böbrek yetmezliği (KBY) gelişimi için önemli ölçüde risk altında olduğu bildirildi.

Çalışmada, Washington DC’deki Medstar Washington Hastane Merkezi’nden ve Sanjal H. Desai ve meslektaşları, lenfoma mağdurlarında uzun süreli KBY paternlerini tanımlamak için tanı sırasında ve tanı sonrası 1., 2., 5. ve 10. yıllardaki glomerüler filtrasyon hızlarını (GFR) kaydettiler.

Araştırmacılar 397 hastadan (ortanca yaş, 55,3 yıl; %54 erkek; % 60 Afrikalı-Amerikalı), %42’sinde hipertansiyon, %15’inde diyabetes mellitus, % 3’ünde hiperürisemi, % 86’sında kemoterapi alımı ve %14’ünde tanı sırasında KBY olduğu saptandı. Hastaların yaklaşık 1/3’ünde (% 31) lenfoma tanısı konulduktan sonraki 10 yıl içinde KBY gelişti. Zamanla KBY gelişme olasılığında önemli bir artış kaydedildi. Bu oran 1. yılda %23, 10. yılda %41’e yükseldi. Araştırmacılar, GFR’de yılda 4,6 mL/dak düşüş gözlediler. KBY gelişiminde yaş, hipertansiyon, hiperürisemi ve diyabet hastalığının (genç hastalarda) belirleyici olduğu saptandı.

Araştırmacıların sunduğu bu bulgular, uzun süreli lenfoma mağdurlarında böbrek fonksiyonunun izlenmesi gereğini gösterdiği gibi, gelecekte lenfoma yı yenen hastalarda KBY’yi önleme stratejilerini tanımlamak için planlanacak olan ileriye dönük prospektif çalışmaların temelini de atmaktadır.

Kaynak:

Desai SH et al. Lymphoma survivors have an increased long-term risk of chronic kidney disease. Leuk Lymphoma 2020:1-8.

D VİTAMİNİ İMMÜNOTERAPİ İLİŞKİLİ KOLİTİ AZALTABİLİR

Kanser dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, D vitaminin immune checkpoint (bağışıklık kontrol noktası) inhibitörü (ICI) ile ilişkili kolit riskini azaltabileceği bildirildi.

Sitotoksik T-lenfosit ile ilişkili antijen-4 (CTLA-4) ve programlanmış hücre ölümü-1 (PD-1) / PD-ligant 1’i hedefleyenler dahil olmak üzere ICI’ler, bir dizi kanserde sağkalımı iyileştirmektedir. Bununla birlikte, bağışıklık ile ilişkili advers olaylar (irAE) bu tedavilerde yaygın olarak izlenmektedir. İmmün sistem ilişkili kolit genellikle bu olayların en şiddetli olanıdır.

İmmün sistem ilişkili kolit, Crohn hastalığı ve ülseratif kolit ile bazı fenotipik özellikleri paylaştığından, araştırmacılar daha önce D vitamini eksikliği de dahil olmak üzere çeşitli çevresel faktörlerin tüm kolit türleri için ortak olduğunu araştırmış ve tespit etmişlerdir. Bu retrospektif kohort çalışmasında, Shilpa Grover ve ark., Massachusetts Hastanesinde ICI’lerle tedavi edilen hastalar arasında hangi bireysel ve çevresel özelliklerin bağışıklık ile ilişkili koliti öngördüğünü değerlendirdi.

2011 ve 2017 yılları arasında CTLA-4, PD-1 veya ICI kombinasyonu alan melanomlu 246 hastanın 213’ü keşif kohortuna dahil edildi ve toplam 267 bireysel ICI tedavi rejimi değerlendirildi. 164 hasta tek bir rejimle tedavi edildi, 44 hasta 2 rejim ile tedavi edildi ve 5 hastada 2 PD-1 ihibitor ve 1 CTLA-4 inhibitörü de dahil olmak üzere 3 rejim vardı. Araştırmacılar, sonuçları 169 hastadan oluşan doğrulama kohortu ile karşılaştırdı.  

Araştırma grubunda 38’i immün-ilişkili kolit vakası vardı. Bunların 15’i (%39.5) ipilumumab ve nivolumab ile tedavi edildi, 17’si (%44.7) sadece ipilimumab ile tedavi edildi. Biri (%2.6) sadece nivolumab ve 5 (%13.2) hasta tek başına pembrolizumab ile tedavi edildi.

ICI başlangıcından önce hastaların sadece %31’inde (66) D vitamini kullanımı kaydedilmiş olsa da, regresyon analizinde D vitamini takviyesinin ICI ile ilişkili kolit riskini azalttığını göstermiştir (olasılık oranı [OR], 0.35; P = .01). Araştırıcılar, doğrulayıcı kohort kullanılarak bu bulguları ICI ile ilişkili 49 kolitli hastanın validasyon kohortunda doğrulamıştır (OR, 0.46; P = .03).

Çok değişkenli (multivariate) analizde, ICI sınıfı, nötrofil / lenfosit oranı (NLR) ≥5 ve D vitamini kullanımının bağışıklık ile ilişkili kolitin 3 öngörücüsü olduğunu göstermiştir. D ile ön tedavinin, NLR ≥5 olan hastalarda kolit olasılığını azalttığı saptandı (OR, 0.34).

Araştırıcılar, makalenin sonuç cümlesinde “Bu retrospektif çalışmadan elde edilen sonuçlar, daha büyük kohortlarda prospektif olarak doğrulanmalıdır, bu da ICI kullanımının neden olduğu kolitin ilerlemesini ve önlenmesini sağlayan faktörlerin daha iyi anlaşılmasına yol açabilir” şeklinde yorumlarını da ekledi.

Kaynak

Grover S, Dougan M, Tyan K, et al. Vitamin D intake is associated with decreased risk of immune checkpoint inhibitorinduced colitis [published online June 22, 2020]. Cancer. doi: 10.1002/cncr.32966

İLERİ EVRE HODGKİN LENFOMADA DAHA AZ KEMOTERAPİ DAHA FAZLA SAĞKALIM SAĞLIYOR: ALMAN ÇALIŞMA GRUBUNUN HD18 ÇALIŞMASININ UZUN DÖNEM SONUÇLARI

Bu yıl COVID 19 pandemisi nedeniyle sanal olarak yapılan EHA kongresinden derlediğimiz çalışmaları özetlemeye devam ediyoruz. Kongre bilimsel programda sunulan klinik çalışmada ileri evre hodgkin lenfoma hasta grubunda 2 kür tedavi sonrası çekilen PET BT sonucu negatif bulunan ve tedaviye ek 2 kür ile devam ederek tedavisi sonlandırılan hasta grubunda, negatif PET BT sonrası 4-6 kür ek kemoterapi daha alan gruba göre genel sağkalım (OS) daha iyi saptandı.

Bu yıl sanal olarak yapılan EHA kongresinde bilimsel programda sunulan klinik çalışmada ileri evre hodgkin lenfoma hasta grubunda 2 kür tedavi sonrası çekilen PET BT sonucu negatif bulunan ve tedaviye ek 2 kür ile devam ederek tedavisi sonlandırılan hasta grubunda, negatif PET BT sonrası 4-6 kür ek kemoterapi daha alan gruba göre genel sağkalım (OS) daha iyi saptandı.

Alman Hodgkin Çalışma Grubu tarafından yürütülen uluslararası, çok merkezli, randomize, açık etiketli, faz 3 bir çalışma, ileri evre Hodgkin lenfomalı hastalarda, metabolik görüntüleme yöntemi olan PET BT’nin yoğun kemoterapi rejimi olan ve bleomisin, etoposit, doksorubisin, siklofosfamid, vinkristin, prokarbazin ve prednizolon’dan oluşan EBEACOPP rejiminin siklus sayısına olan etkisini ve güvenilirliğini araştırdı (HD18; NCT00515554).

Bu çalışmada, yeni tanı konmuş ileri evre Hodgkin lenfoma tanısı almış 18 ila 60 yaşları arasındaki yetişkin hastalara, 2 siklus eBEACOPP rejimi sonrası 18-floro-2-deoksi-D-glukoz ile PET BT görüntüleme yapıldı  (PET-2). PET-2-pozitif hastalığı olanlar, rituksimab ile veya ritüksimab olmadan 6 ek eBEACOPP siklusu almak için randomize edilirken, PET-2-negatif hastalığı olanlar 6 (bir protokol değişikliğinden sonra 4) veya 2 ek döngü alacak şekilde randomize edilmiştir. Çalışmanın birincil sonlanım noktası progresyonsuz sağkalım (PFS) ve ikincil sonlanım noktaları ise, uzun dönem OS, güvenlik ve geç toksisite olarak belirlendi.

HD18’in nihai analizinden elde edilen temel bulgular, PET-2-negatif hastalığı olan hastalar için, eBEACOPP sikluslarının etkinlikten ödün vermeden 8/6’dan 4’e düşürülebileceğini ortaya koydu. Ayrıca, sadece 4 siklus  eBEACOPP rejimi alan alt gruptaki hastalarda, daha fazla sayıda eBEACOPP rejimi alan hastalara kıyasla daha düşük şiddetli enfeksiyon ve organ toksisitesi saptandı.

Mevcut analizde, araştırmacılar, 66 aylık medyan takipte HD18 çalışmasına kayıtlı PET-2-negatif hastaların alt grubu için 4 siklus kemoterapinin uzun süreli etkinliği ve güvenliğini 8/6 siklus kemoterapi ile karşılaştırdılar . Tedavi sayısı yönünden 4 siklus eBEACOPP alan 474 hastada (% 98.1) 6/8 kür (% 95.3; tehlike oranı [HR], 0.36; 95% CI, 0.17-0.74; P = .0038) tedavi alan hasta grubuna göre belirgin bir şekilde daha yüksek 5 yıllık OS oranı görüldü.

4 siklus kemoterapi alan hastalar lehine çıkan sağkalım farkının 6/8 siklus kemoterapi alan hasta grubundaki tedavi ilişkili ölümlere bağlı olduğu bildirilmiştir. Ek olarak, 5 yıllık kümülatif lösemi/miyelodisplastik sendrom (MDS)  insidansı 6/8 siklus kemoterapi alan hastalarda %1.7 iken ve 4 siklus alan hastalarda %0.4 saptanmıştır (P = .13).

Analiz, 61 aylık medyan takip süresinde PET-2 negatif hastalar için 4 siklusa karşı (200 hasta) 6 siklus kemoterapi alan hastalar (202 hasta) ile sınırlandırıldığında 5 yıllık sağkalımlar arasında herhangi bir fark saptanmadı (sırasıyla %97.5’a karşı %96.3) (HR, 0.46; 95% CI, 0.14-1.48; P =.18). Yine, 4 siklus kemoterapiye kıyasla 6 siklus kemoterapi alanlarda, 5 yıllık lösemi/MDS kümülatif insidansı arasında da fark saptanmadı (sırasıyla% 1.0 ve% 0.5) (P = .58).

Çalışmayı sanal kongrede sunan Alman Çalışma Grubu’ndan Stefanie Kreissl “4 kür doz artırılmış eBEACOPP tedavisinin PET-2 negatif hastalarda kabul edilebilir bir toksisite profili ile olağanüstü etkinlik gösterdiğini kaydederken, öte yandan, azaltılmış tedavi ile bile, tedavi yükünün de önemli bir belirleyici olduğu, bu nedenle gelecekteki klinik çalışmaların özellikle genç hasta kohortu için tedavi tolere edilebilirliğini daha da artırmayı amaçlaması gerektiğini” sözlerine ekledi.

Kaynak

Kreissl S, Goergen H, Kobe C, et al. PET-guided treatment in patients with advanced-stage Hodgkin lymphoma: Follow-up analysis of PET-2 negative patients in the HD18 trial by the German Hodgkin Study Group. Presented at: Virtual Edition of the 25th European Hematology Association (EHA) Annual Congress; June 2020. Abstract S222.

Borchmann P, Goergen H, Kobe C, et al. PET-guided treatment in patients with advanced-stage Hodgkin’s lymphoma (HD18): Final results of an open-label, international, randomised phase 3 trial by the German Hodgkin Study Group. Lancet. 2018;390:2790-2802.

İLERİ YAŞ AML TEDAVİSİNDE AVRUPA HEMATOLOJİ KONGRESİNDEN GÜZEL HABER: VENETOCLAX + AZASİTİDİN KOMBİNASYONU YAŞLI AML’DE SAĞKALIM YARARI GÖSTERİYOR

COVID 19 salgını nedeni ile bu sene 25. Avrupa Hematoloji Kongresi de (EHA25) sanal olarak yapılıyor. Kongrede sunulan bir araştırmada, venetoclax (Venclexta) ve azasitidin kombinasyonu, yoğun tedavi için uygun olmayan akut miyeloid lösemili tedavi almamış hastalarda sadece azasitidine karşı ölüm riskinde %34’lük bir azalmaya yol açtı.

Hasta penceresinden değerlendirildiğinde, AML ile yaşayan hastalar bir taraftan kemoterapiye dayanamayacak kadar ek hastalıklara sahip olabilirler, bir taraftan da en agresif kan kanseri tiplerinden biriyle karşı karşıya kalmaktadırlar. VIALE-A çalışmasının sonuçları, venetoclax + azasitidin tedavi kombinasyonu ile daha önce tedavi edilmemiş ileri yaş AML hastalarına daha iyi sağkalım ve tam yanıt sağlayarak iyi bir haber vermektedir.

Bu sene sanal olarak yapılan 2020 Avrupa Hematoloji Kongresinde sunulan faz 3 VIALE-A  çalışmasının sonuçlarına göre Venetoclax (Venclexta) ve azasitidin kombinasyonu, yoğun tedaviye uygun olmayan akut miyeloid lösemili (AML) tedavi almamış hastalarda tek başına azasitidine karşı ölüm riskinde% 34’lük bir azalmaya yol açtı.

Ortalama 20.5 aylık takipte medyan genel sağkalım (OS), azasitidin + plasebo (HR, 0.66;% 95 GA, 0.52-0.85) ile 9.6 ay, venetoclax + azasitidin ile 14.7 ay (dağılım, 11.9-18.7) idi (P <.001).

Çalışmanın baş araştırmacısı MD Anderson Kanser Merkezinden Courtney D. DiNardo EHA kongresinde yaptığı açıklamada “VIALE-A çalışmasının AML tanısı konmuş yaşlı fit olmayan hasta grubunda sağkalım faydası gösteren ilk faz 3 çalışma olduğunu” bildirdi. Ayrıca, “Venetoclax ve azasitidin kombinasyonunun, standart yoğun kemoterapiye uygun olmayan yaşlı hastalar için yeni bir bakım standardı olarak düşünülmesi gerektiğini ifade etti.

AML hastaların çoğu yoğun indüksiyon tedavisi alamayacak komorbideteleri olan ve ortalama yaşları 70 civarında olan hastalardır. Azasitidin, desitabin ve düşük doz sitarabin gibi düşük yoğunluklu tedaviler bu hasta grubunda düşük aktiviteye sahiptir ve tedavi genellikle düşük sağkalım ile sonuçlanır. Bu çalışma öncesinde bir faz 1b çalışmasında (NCT02203773), BCL-2’nin seçici küçük moleküllü bir inhibitörü olan venetoclax ve azasitidin kombinasyonu bu hasta grubunda umut verici sonuçlar ve güvenlik profili göstermiştir.

Kasım 2018’de, FDA, yaşı 75 yaş veya daha yüksek olan veya komorbiditeleri nedeniyle yoğun indüksiyon kemoterapisi alamayan olan yetişkin hastalarının tedavisi için venetoclax tedavisine azasitidin, desitabin veya düşük doz sitarabin ile kombinasyon halinde kullanım için hızlandırılmış onay vermiştir.

Randomize, çift kör, çok merkezli, plasebo kontrollü VIALE-A çalışmasına, komorbiditeleri nedeniyle yoğun indüksiyon tedavisi için uygun olmayan ve/veya 75 yaş ve üstü olan AML hastaları alındı. Daha önce hipometile edici ajan alan hastalar çalışma dışı bırakıldı.

Hastalar, venetoclax + azasitidin (n = 286) veya azasitidin + plasebo (n = 145) almak için 2:1 oranında randomize edildi. Araştırma kolundaki hastalar, 28 günde bir 1-7. günlerde deri altından veya intravenöz olarak 75 mg/m2 azasitidin ve 1-28. günlerde günde bir kez 400 mg oral venetoklaks (ilk günde 3 gün içinde doz artırımı olacak şekilde) aldı. Kontrol kolu ise 1-7. günlerde 75 mg/m2 azasitidin ile birlikte 1-28. günlerde günde bir kez oral plasebo aldı.

Çalışmanın birincil sonlanım noktası OS idi. İkincil son noktaları, ikinci siklus öncesi bileşik tam remisyon [tam remisyon (CR) + kan değerlerinde tamamlanmamış düzelme (CRi) ile CR), transfüzyon bağımsızlığı [eritrosit veya trombosit süspansiyonu açısından], moleküler alt gruplara göre CR/CRi ve OS ile olaysız sağkalım (EFS) idi.

Çalışmaya kaydolan hastaların ortalama yaşı 76 idi (aralık 49-91). Hastalar, sırasıyla venetoclax + azasitidin ve azasitidin + plasebo kollarında ortalama 7.0 (aralık, 1-30) ve 4.5 (aralık, 1-26) tedavi aldı.

CR/CRi oranları venetoclax + azasitidin ve azasitidin + plasebo kollarında sırasıyla %66.4 (% 95 CI,% 60.6 -71.9) ve %28.3 (% 95 CI,% 21.1 -36.3) idi (P <.001 ). İkinci siklusun başlangıcındaki CR/CRi oranları sırasıyla %43.4 (% 95 CI,% 37.5-49.3) ve %7.6 (% 95 CI,% 3.8 -13.2) saptandı (P <.001).

Venetoclax + azasitidin ile CR oranı, sırasıyla %36.7 (% 95 CI,% 31.1 -42.6) ve %17.9 (% 95 CI,% 12.1 -% 25.2) oranı ile azasitidin + plaseboya göre iki kattan daha fazlaydı (P < .001).

İlk CR/CRi yanıtına kadar geçen ortalama süre, venetoclax + azasitidin kolunda 1.3 ay (% 95 CI, 0.6-9.9) ve azasitidin + plasebo kolunda 2.8 aydı (% 95 CI, 0.8-13.2). CR/CRi süresi sırasıyla 17.5 ay ve 13.4 aydı.

Ayrıca, venetoclax eklenmesi ile elde edilen yanıtların sitogenetik risk veya moleküler alt gruptan bağımsız olarak olumlu olduğu izlenmiştir. Yüksek risk sitogenetik özelliği olan hastalarda yanıt oranları venetoclax + azasitidin ve azasitidin + plasebo kollarında sırasıyla %53 ve %23 idi. Orta risk sitogenetik özellikleri olan hastaların yanıt oranları ise sırasıyla %74 ve %32 saptandı. De novo AML hastalarında ise yanıt oranları sırasıyla %66 ve %30 idi. Sekonder AML’li hastaların yanıt oranları sırasıyla %67 ve %23 olarak bulundu.

CR/CRi oranları, venetoclax + azasitidin kolunda IDH1/2 (% 75.4;% 10.7), FLT3 (% 72.4;% 36.4), NPM1 (% 66.7;% 23.5) ve TP53 mutasyonları (% 55.3;% 0) olan hastalarda da anlamlı olarak daha yüksekti.

EFS süresi venetoclax + azasitidin ve azasitidin + plasebo kollarında sırasıyla 9.8 ay (% 95 CI, 8.4-11.8) ve 7.0 aydı (% 95 CI, 5.6-9.5) (P <.001).

Güvenlik profili, venetoclax ve azasitidin kombinasyonunun bilinen güvenlik profilleri ve tek başına her bir maddenin bilinen güvenlik profilleri ile tutarlıydı. Venetoclax + azasitidin ve azasitidin + plasebo kollarında tüm derecedeki en sık görülen gastrointestinal yan etkiler (AE’ler) bulantı (% 44’e karşı% 44), kabızlık (% 43’e karşı% 39), ishal (% 41’e karşı 33) %) ve kusma (% 30’a karşı% 23) idi.

Venetoclax + azasitidin ve azasitidin + plasebo kollarındaki ciddi AE’ler (grade ≥3), febril nötropeni (%30’a karşı %10) ve pnömoniden (%16’ya karşı %22) oluşuyordu. Venetoclax + azasitidin kolundaki hastalarda tümör lizis sendromu % 1 ile nadir oranda görüldü. Otuz günlük mortalite oranları sırasıyla %7 (n = 21) ve %6 (n = 9) idi.

Venetoclax + azasitidin ve azasitidin + plasebo kollarındaki hastaların en az % 10’unda meydana gelen grade 3 veya daha yüksek hematolojik AE’ler trombositopeni (%45’e karşı %38), nötropeni (%42’ye karşı % 29), febril nötropeni (%42’ye karşı %19), anemi (%26’ya karşı %20) ve lökopeni (%21’e karşı %12) idi.

Çalışmayı sunan DiNardo, kombine tedavide kemik iliği biyopsilerinin 1. siklus sonunda yapılması gerektiğini ekledi.

Hasta penceresinden değerlendirildiğinde, AML ile yaşayan hastalar bir taraftan kemoterapiye dayanamayacak kadar ek hastalıklara sahip olabilirler, bir taraftan da en agresif kan kanseri tiplerinden biriyle karşı karşıya kalmaktadırlar. VIALE-A çalışmasının sonuçları, venetoclax + azasitidin tedavi kombinasyonu ile daha önce tedavi edilmemiş ileri yaş AML hastalarına daha iyi sağkalım ve tam yanıt sağlayarak iyi bir haber vermektedir.

Kaynak

DiNardo C, Jonas B, Pullarkat V, et al. A randomized, double-blind, placebo-controlled study of venetoclax with azacitidine vs azacitidine in treatment-naïve patients with acute myeloid leukemia ineligible for intensive therapy-VIALE-A. Presented at: 2020 European Hematology Association Virtual Congress; June 11-21, 2020; Virtual. Abstract LB2601.

KLL14 ÇALIŞMASI: VENETOCLAX-OBİNUTUZUMAB REJİMİNİN UZUN DÖNEM SONUÇLARI DA OLUMLU GÖRÜNÜYOR

Sanal olarak takip etme fırsatı bulduğumuz ASCO20 kongresnde sunulan klinik çalışmalara göz atmaya devam ediyoruz. Bilimsel programda sunulan KLL14 çalışmasının güncellenmiş analizinde, komorbiditelere sahip tedavi almamış kronik lenfositik lösemili (KLL) hastalarda  obinituzumab + klorambusil (ClbG) rejimi ile karşılaştırıldığında venetoklaks + obinutuzumab (VenG) tedavisinin uzun dönem izleminde olumlu klinik sonuçların devam ettiği gözlendi.

ASCO20 sanal bilimsel programda sunulan KLL14 çalışmasının güncellenmiş analizinde, komorbiditelere sahip tedavi almamış kronik lenfositik lösemili (KLL) hastalarda  obinituzumab + klorambusil (ClbG) rejimi ile karşılaştırıldığında venetoklaks + obinutuzumab (VenG) tedavisinin uzun dönem izleminde olumlu klinik sonuçların devam ettiği gözlendi.

Daha önce KLL14 çalışması ile tedavi edilmemiş KLL ve komorbiditesi olan hastalarda ClbG ile karşılaştırıldığında VenG ile progresyonsuz sağkalımda (PFS) iyileşme gösterilmiştir. Bu güncellenmiş analiz, ortalama 39.6 aylık takip ile daha uzun dönem sonuçları içermektedir.  

Çalışmaya toplam 423 hasta alındı.  Birincil sonlanım noktası araştırmacı tarafından değerlendirilen PFS, ikincil sonlanım noktaları ise  yanıt oranları, minimal rezidüel hastalık (MRD) ve toplam sağkalım (OS) idi.

ClbG ile karşılaştırıldığında VenG rejiminde PFS üstünlüğü uzun dönem izlemde de korunmuş, 3 yıllık VenG ile PFS %81.9 iken ClbG ile %49.5 olmuştur. VenG kolunda ortanca PFS’ye ulaşılmadı ve ClbG kolunda ise 36 aydı ( [HR], 0.31;% 95 CI, 0.22-0.44; P <.001).

İlginç olarak, çalışmanın ilk sonuçlarında immünglobulin ağır zincir (IgHV) mutasyonu olan ve olmayan hastalarda PFS farkı gözlenmez iken uzun dönem sonuçlarda venetoklaks-obinutuzumab rejimi ile IGHV mutasyonu olan hastalarda daha yüksek etkinlik sağlanmıştır.

MRD oranı VenG kolunda ClbG koluna göre daha yüksekti (% 47.2’ye karşı % 7.4). Ortalama OS’ye henüz ulaşılamamıştır. Ancak analizde çalışma kolları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır (HR, 1.03;% 95 CI, 0.60-1.75; P = .92). VenG kolunda, hastaların %17’sinde ClbG kolundaki %10.3’e kıyasla yeni ikinci primer malignite gelişmiştir.

Sonuç olarak, KLL14 çalışmasının yeni yayınlanan verileri VenG’nin uzun dönem izlem sırasında da etkinliğini sürdürdüğünü, bu yararın bilinen tüm risk kategorileri için geçerli olduğunu ve bu rejimin daha önce tedavi edilmemiş KLL hastaları için uygun bir seçenek olduğunu göstermektedir.

Kaynak

Al-Sawaf O, Zhang C, Tandon M, et al. Fixed-duration venetoclax-obinutuzumab for previously untreated patients with chronic lymphocytic leukemia: Follow-up of efficacy and safety results from the multicenter, open-label, randomized, phase III CLL14 trial. Presented at: ASCO20 Virtual Scientific Program. J Clin Oncol. 2020;38(15_suppl):abstr 8027. 

YENİ TANI DBBHL HASTALARINDA STANDART TEDAVİYE EKLENEN AVADOMİD UMUT VERİYOR

Sanal olarak takip etme fırsatı bulduğumuz ASCO20’den derlediğimiz çalışmaları aktarmaya devam ediyoruz. Bilimsel programda sunulan bir çalışmada, yeni tanı konmuş, yüksek riskli diffüz büyük B hücreli lenfoma (DBBHL) olan hastalar için, standart tedaviye avadomid eklenmesinin, faz 1 sonuçlarına dayanarak tedavi başarısızlığı olasılığını azaltabildiği bildirildi.

Yeni tanı konmuş, yüksek riskli diffüz büyük B hücreli lenfoma (DBBHL) olan hastalar için, standart tedaviye avadomid eklenmesinin, faz 1 sonuçlarına dayanarak tedavi başarısızlığı olasılığını azaltabildiği bildirildi.

Avadomid nedir?

Potansiyel antineoplastik, antianjiyojenik ve immünomodülatör aktivitelere sahip yeni, küçük moleküllü bir sereblon modüle edici ajandır.  Oral uygulamadan sonra avadomid, hematopoietik transkripsiyon faktörleri Aiolos ve Ikaros’un Cullin-4 RING E3 ubikitin ligaz kompleksine alınmasını teşvik etmek için sereblona bağlanır ve modüle eder. Bu bağlanma, Aiolos ve Ikaros’un ubikuitinasyonu ve hızlı proteazomal degradasyonu ve DDX58 ve IRF7 de dahil olmak üzere interferon (IFN) uyarılmış genlerin derepresyonu ile sonuçlanır ve bazı tümör hücrelerinin apoptozuna yol açar. Ek olarak, Aiolos degredasyonu, IL2 geninin derepresyonuna yol açar, böylece interlökin-2 üretimini, T lenfositlerin kostimülasyonunu ve IL-2 ile indüklenen T hücresi proliferasyonunu arttırır. Avadomid ayrıca, natural killer=doğal olarak öldürücü (NK) hücrelerin aktivasyonunu teşvik edebilir ve bu da potansiyel olarak tümör hücresi öldürmesini güçlendirebilir. Aiolos ve Ikaros, normal B ve T hücre fonksiyonunda önemli bir rol oynadığı bilinen transkripsiyonel baskılayıcılardır.

ASCO20 sanal bilimsel kongre programında bir parçası olarak bulguları sunan Washington Üniversitesinden Neha Mehta-Shah tarafından sunulan çalışmada, mevcut rejimin iyi tolere edildiği ve %79’luk bir tam yanıt oranı sağladığı belirtildi

Çalışmada yeni tanı DBBHL tedavisinin klinik bir zorluk olmaya devam ettiği her 21 günde bir verilen rituksimab, siklofosfamid, doksorubisin, vinkristin ve prednizon tedavisinden oluşan standart R-CHOP-21  ile özellikle yüksek risk hastalarda % 30 -% 50 arasında tedavi başarısızlık oranı olduğu bildirildi.

Etkinliği artırmak için araştırmacılar, daha önce relaps veya refrakter DBBHL hastaları için monoterapi olarak kullanıldığında %11’lik tam yanıt oranı gösteren ve bir sereblon E3 ligaz modülatörü olan avadomidi denediler.

Mevcut faz 1 verileri, en az 2.0 cm’lik ölçülebilir lezyonları olan yeni tanı konmuş 3-5 arasında Uluslararası Prognostik İndeks (IPI) skoruna sahip 35 yetişkini DBBHL’li hastayı kapsıyordu. Spesifik olarak, hastaların %51’inin IPI’si 3 iken, % 49’unun IPI’si 4-5 idi.

Tüm hastalara pegfilgrastim desteğinde standart R-CHOP ve ayrıca 1-3 mg’dan artan dozlarda oral avadomid verildi. Tedavi, tolere edildiğinde 21 günde bir altı siklus uygulandı. Tedavi haftalarında, 7 günün 5’inde avadomid verildi.

Birincil hedefler güvenlik, tolere edilebilirlik ve tam yanıt oranı idi. İkincil hedefler arasında biyobelirteçler ve ek etkinlik önlemleri yer alırken, farmakokinetik ve farmakodinamiği değerlendirmek için keşifsel analizler de yapılmıştır.

Etkililik açısından değerlendirilebilen 34 hastanın tamamında yanıt oranı %79 ve objektif yanıt oranı %88 idi. Ortalama 10 aylık takipten sonra, 1 yıllık progresyonsuz sağkalım oranı %80 idi.

Hastaların çoğu (% 91) altı tedavi siklusunu tamamladı. Ortalama relatif toplam doz yoğunlukları avadomid ve R-CHOP-21 için sırasıyla %99 ve %95 idi. Üç hastadan yaklaşık ikisinde (% 66) avadomid kesme gereksinimi ve %9’unda advers etkiler nedeniyle doz azaltımı gerekli oldu.

Altı hastada sepsis dahil cilt enfeksiyonlarından kaynaklanan febril nötropeni, hipotansiyonlu febril nötropeni, febril nötropeni, pnömoni ve bakteriyel hepatik enfeksiyon ile birlikte görülen nötropeni gibi doz sınırlayıcı toksisiteler meydana geldi. Bu bulgulara dayanarak, önerilen faz 2 avadomid dozu 3 haftadan 2’sinde 3 mg olarak belirlenmiştir.

Hastaların yaklaşık %74’ünde tedavi ile ortaya çıkan grade 3-4 advers olay vardı; bunların en yaygın olanları nötropeni (% 54), anemi (% 20), lökopeni (% 20), lenfopeni (% 14), hipofosfatemi (% 14) idi. ) ve febril nötropeni (% 11) idi.

İkinci tedavi siklusu sırasında, bir hasta eşzamanlı pnömoni nedeniyle öldü. Tedavinin tamamlanmasından sonra iki hastada kalp yetmezliği gelişti ve her döngüden sonra toplanan veriler, beş hastada yüksek seviyelerde troponin veya beyin natriüretik peptit geliştiğini gösterdi.

Akım sitometrik analiz, avadomidin bellek T hücresi popülasyonlarının genişlemesi ve T hücreleri ve NK hücrelerinin çoğalmasını içeren proimmünomodülatör etkilere sahip olduğunu gösterdi. Çalışmada,  bu son artışın büyüklüğünün R-CHOP ve durvalumab’ı içeren önceki çalışmalarda gözlemlenenden daha büyük olduğunu belirtti.

Çalışmayı ASCO20’de sunan Mehta-Shah, “progresyonsuz sağkalıma ilişkin bu verileri daha uzun süre takip etmeyi umuyoruz. Bu çalışmanın sonuçları, daha önce tedavi edilmemiş yaygın büyük B hücreli lenfoma hastaları için immünokemoterapi ile birlikte sereblon modüle edici bileşiklerin kullanımının daha fazla araştırılmaya değer olduğunu göstermektedir.” dedi.

Kaynak

Mehta-Shah N et al. ASCO 2020, Abstract 35

İMMÜNOTERAPİ İLE BİRLİKTE UYGULANAN RADYOTERAPİ SONRASI YAN ETKİLER ARTIYOR MU?

Sanal olarak takip etme fırsatı bulduğumuz ASCO20 kongresinde yayınlanan çalışmaları özetlemeye devam ediyoruz. Bilimsel Programda sunulan bir araştırmada, bağışıklık kontrol noktası inhibitörü (Immün checkpoint inhibitör=ICI) tedavisi ile radyoterapi alan hastaların hematolojik toksisite ve pnömoni için daha büyük bir risk altında olabileceği bildirildi.

ASCO20 Sanal Kongre Bilimsel Programında sunulan bir araştırmada, bağışıklık kontrol noktası inhibitörü (Immün checkpoint inhibitör=ICI) tedavisi ile radyoterapi alan hastaların hematolojik toksisite ve pnömoni için daha büyük bir risk altında olabileceği ancak bu bağlantıyı doğrulamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğu bildirildi.

Önceki araştırmalar, ICI tedavisi ile birleştirildiğinde, radyoterapinin T hücresi ve inflamatuar yanıtı artırarak toplam yanıt olasılığını iyileştirebileceği düşündürmekteydi. Bununla birlikte, radyoterapinin ICI alan hastalar arasında advers olay (AE) riskini artırıp artırdığı bilinmemektedir.

Bir grup araştırmacı, radyoterapi eklenmesinin AE riskini etkileyip etkilemediğini belirlemek için 66 prospektif ICI çalışmasından toplanan verileri değerlendirdi. Tüm çalışmalar 2019’un sonuna kadar ABD Gıda ve İlaç İdaresi’ne (FDA) sunuldu.

Analize dahil edilen 30.809 hasta radyoterapi (7835 hasta) alıp almamalarına (22.974 hasta) göre sınıflandırıldı. Radyoterapi alan  ve almayan grubun sırasıyla ortalama yaşları 60.5 ve 61.5 yıl, % 63.7’si ve% 61.5’i erkekti ve % 29.4’ü ve% 41.8’i daha önce 0 veya 1 sıra tedavi almıştı. Her iki grupta da en sık rastlanan kanser türü akciğer kanseri (radyoterapi kolunda % 30.6 ve radyoterapi kolunda% 44.7) idi.

Toplam AE oranı her iki grupta benzerdi. Fakat eğilim skoru eşleşmesinden sonra, analizler tüm derecedeki nötropeninin (radyoterapi ile %9.7’ye karşı radyoterapisiz %5.8), trombositopeninin (sırasıyla % 8.2’ye karşı%3.7) ve yorgunluğun (sırasıyla %50.5’e karşı %48) radyoterapi görenlerde daha fazla olabileceğini gösterdi.

Endokrinopatiler radyoterapi ile daha az  (sırasıyla% 10.7’ye karşı% 12) görülmüştür.

Araştırıcılar temel demografik özelliklerin karşılaştırılabilirliğini, kapsamlı AE profilini ve zamanlamasını belirlemeye yönelik analizlerin devam ettiğini bildirdiler.  

Kaynak

Anscher MS, Arora S, Weinstock C, et al. Impact of radiotherapy on risk of adverse events in patients receiving immunotherapy: a U.S. Food and Drug Administration pooled analysis. Presented at: ASCO20 Virtual Scientific Program. J Clin Oncol. 2020;38(suppl):abstr 3018.

MANTLE HÜCRELİ LENFOMA: YENİ SKORLAMA SİSTEMİ PROGNOZUN BELİRLENMESİNDE YARDIMCI OLABİLİR

Sanal olarak takip ettiğimiz ASCO20 kongresinden seçilmiş çalışmaları aktarmaya devam ediyoruz. Bilimsel Program sırasında sunulan bir araştırmada, hastalığın klinik ve biyolojik özelliklerini kullanarak oluşturulan yeni bir skorlama sisteminin, mantle hücreli lenfoma (MHL) prognozunun belirlenmesine yardımcı olabileceği bildirildi.

ASCO20 Sanal Bilimsel Program sırasında sunulan bir araştırmada, hastalığın klinik ve biyolojik özelliklerini kullanarak oluşturulan yeni bir skorlama sisteminin, mantle hücreli lenfoma (MHL) prognozunun belirlenmesine yardımcı olabileceği bildirildi.

Kuzey Amerika Mantle Hücreli Lenfoma Projesi, MHL prognozunu etkileyen klinik ve biyolojik faktörlerin belirlenmesine yardımcı olmak için geliştirildi. 2000-2012 yılları arasında 23 ABD kurumundan alınan 589 hastaya ait veriler retrospektif olarak analiz edildi.

Çalışmaya dahil edilen tüm hastalar arasında ortanca yaş 63 (24-104 aralığında) idi. 589 hastanın tamamı için bazı veriler elde edilememekle birlikte, verileri elde edilenlerden 577 hastanın 452’si (% 78.3) erkek iken, 542 hastanın 483’ünde (% 89.1) tanı sırasında Ann Arbor evre III/IV hastalık saptandı. 449 hastanın 126’sı (% 28)  B semptomları ile başvurdu. 546 hastanın 394’ünde (% 72) ise tanı sırasında ekstranodal tutulum vardı.

The overall median follow-up was 5.2 years and the 5-year progression-free and overall survival rates (PFS and OS, respectively) were 24.1% and 60.2%, respectively.

Ortanca toplam takip süresi 5.2 yıl idi. Beş yıllık progresyonsuz ve toplam sağkalım oranları (PFS ve OS) sırasıyla % 24.1 ve % 60.2 idi.

Tek değişkenli analizlerde (univariate) aşağıdaki faktörler daha kötü PFS ve OS ile ilişkilendirilmiştir:

  • En az 60 yaş
  • B belirtileri
  • İleri evre (Ann Arbor)
  • Yüksek LDH düzeyleri
  • Düşük trombosit sayısı
  • Blastoid veya pleomorfik sitoloji
  • En az % 30 Ki-67 proliferasyonu
  • Dolaşımdaki tümör hücresi varlığı
  • Nakil yapılmamış olunması
  • Otolog olmaktan ziyade allojenik kök hücre nakline gitmesi

Daha kötü toplam sağkalım (OS) ile ilişkili faktörler:

  • 3 cm ve üstü çaplı olması şeklinde tanımlanan büyük tümör boyutu
  • Yüksek WBC sayısı
  • CD5 veya CD23 pozitifliği
  • Kompleks karyotip

Age 60 years or older (hazard ratio [HR], 2.44) and elevated lactate dehydrogenase levels (HR, 2.19) were the 2 factors that best predicted clinical outcome.

60 yaş ve üstü (HR, 2.44) ve yüksek LDH düzeyleri (HR, 2.19) klinik sonucu belirleyen 2 faktör idi.

Using data from 108 patients, the researchers designed MIPI-P, a novel scoring system for determining MCL prognosis, which included 3 groups: low grade (0-1 points; 11.8-year median OS), intermediate grade (2-3 points; 4.9-year median OS), and high grade (4-5 points; 1.6-year median OS).

Araştırmacılar 108 hastadan alınan verileri kullanarak, MHL prognozunu belirlemek için yeni bir skorlama sistemi olan MIPI-P de hastaları 3 gruba ayırdı: düşük dereceli (grade) (0-1 puan; 11.8 yıllık ortanca OS), orta dereceli (2-3 puan; 4.9 yıllık ortanca OS) ve yüksek dereceli (4-5 puan; 1.6 yıllık ortanca OS).

Further analysis using data from 33 patients confirmed MIPI-P as a highly predictive scoring system (P =.014).

33 hastadan alınan veriler kullanılarak yapılan diğer analizler, MIPI-P’nin oldukça prediktif bir skorlama sistemi olduğunu doğrulamıştır (P = .014).

Kaynak

Fu K, Yu G, Bi C, et al. Mantle cell lymphoma: initial report from the North American Mantle Cell Lymphoma Consortium. Presented at: ASCO20 Virtual Scientific Program. J Clin Oncol. 2020;38(suppl): abstr 8035).

SELİNEXOR İLE ÜÇLÜ TEDAVİ MULTİPL MİYELOMDA KLİNİK SONUÇLARI İYİLEŞTİRİYOR

Sanal olarak takip ettiğimiz ASCO 2020 kongresinden hastalarımıza yeni tedaviler konusunda güzel haberler vermeye devam ediyoruz.
Faz 3 BOSTON çalışması, multipl miyelomlu (MM) hastalarda selinexor, bortezomib ve deksametazon (SVd) kombinasyonu ile bortezomib ve deksametazon (Vd) kombinasyonunu karşılaştırmış haftalık SVd kombinasyonunun haftada iki kez Vd ile karşılaştırıldığında progresyonsuz sağkalımı (PFS) ve toplam yanıt oranlarını (ORR) önemli ölçüde iyileştirdiğini bulmuştur.

Faz 3 BOSTON çalışması, multipl miyelomlu (MM) hastalarda selinexor, bortezomib ve deksametazon (SVd) kombinasyonu ile bortezomib ve deksametazon (Vd) kombinasyonunu karşılaştırmış haftalık SVd kombinasyonunun haftada iki kez Vd ile karşılaştırıldığında progresyonsuz sağkalımı (PFS) ve toplam yanıt oranlarını (ORR) önemli ölçüde iyileştirdiğini bulmuştur.

BOSTON Çalışması’nın (ClinicalTrials.gov Tanımlayıcısı: NCT03110562) ilk sonuçları, ASCO20 Sanal Bilimsel Programı sırasında Yunanistan’daki Atina Üniversitesi’nden Meletios Dimopoulos tarafından sunuldu.

Selinexor, sınıfının ilk oral, selektif bir exportin-1 inhibitörüdür. SVd kombinasyonunun daha önce nüks / refrakter MM hastalarında yapılan faz 1b/2 çalışmasında haftada bir kez SVd’nin iyi tolere edildiği ve anti-MM aktivitesi gösterdiği saptanmıştı.

BOSTON çalışması, daha öncesinden 1-3 anti-MM rejimi alan Nüks/dirençli MM hastalarında haftalık SVd ile haftada iki kez uygulanan Vd kombinasyonunu karşılaştıran faz 3 randomize bir çalışmadır. Birincil sonlanım noktası PFS olan çalışmanın ve ikincil sonlanım noktaları arasında ORR, toplam sağkalım (OS) ve MM’li birçok hastada haftada iki kez Vd rejiminin uzun süreli kullanımını sınırlayan periferik nöropati (PN) ile ilgili klinik sonuçlar bulunmaktadır.

Ortanca yaşları 67 (38-90 yıl) olan toplam 402 hasta çalışmaya alındı (195 hasta SVd ve 207 hasta Vd aldı; % 57.1’i erkekti). Başlangıçtaki hasta ve hastalık özellikleri açısından tedavi kolları arasında

Vd kombinasyonuna S eklenmesi, erken ve kalıcı bir PFS faydası gösterdiği ve SVd kolundaki hastaların Vd kolundaki hastalara kıyasla anlamlı derecede uzamış PFS’ye sahip olduğu (medyan, 13.93’e karşı 9.46 ay; HR, 0.70; P = .0075) görülmüştür. Çalışmayı sunan Dimopoulos, alt grup analizinde “PFS faydasının daha önce lenalidomide maruz kalan hastalarda da görüldüğünü” vurguladı.

Çalışmayı sunan Dimopoulos, “MM birinci basamak tedavisi olarak lenalidomid sıklıkla daratumumab ile birlikte kullanıldığından nüks/dirençli hastalık grubu için   IMiD içermeyen bir seçeneğe sahip olması BOSTON çalışmasının önemli bir bulgusu” dedi.

SVd kolunda Vd koluna kıyasla ORR önemli ölçüde daha yüksek saptandı (% 76.4’e karşı% 62.3, P = .0012). ORR’deki bu fayda, 65 yaş ve üstündeki hastalar ve yüksek riskli sitogenetikler de dahil olmak üzere tüm alt gruplarda gözlemlenmiştir. Ortanca OS Vd ile 25 ay saptandı ve SVd ile henüz ulaşılmadı. Yan etkiler açısından bakıldığında, toplam PN oranı SVd ile Vd’den anlamlı olarak daha düşüktü (% 32.3’e karşı% 47.1; P = .0013).

The most frequent treatment-related AEs (grade ≥3) for SVd vs Vd were thrombocytopenia (39.5% vs 17.2%, respectively), fatigue (13.3% vs 1.0%, respectively), and nausea (7.7% vs 0%, respectively).

Treatment discontinuation was similar in both arms (81% SVd vs 82% Vd). Disease progression was the most common reason for discontinuation (34% in the SVd arm vs 52% in the Vd arm). At 17.4 months follow-up, more deaths had occurred in the Vd arm (30%) than in the SVd arm (24%).

SVD’ye karşı Vd için en sık tedavi ile ilişkili advers olaylar (derece ≥3) trombositopeni (sırasıyla % 39.5’e karşı %17.2), yorgunluk (sırasıyla %13.3’e karşı %1.0) ve bulantı (sırasıyla %7.7’ye karşı %0) idi.

Tedavi kesilmesi her iki kolda da benzerdi (%81 SVd ve %82 Vd). Hastalığın ilerlemesi en sık tedavi bırakma nedeni idi (SVd kolunda %34, Vd kolunda %52). 17.4 aylık takipte Vd kolunda (%30) SVd kolundan (%24) daha fazla ölüm meydana gelmiştir.

Kaynak

1. Dimopoulos MA, Delimpasi S, Simonova M, et al. Weekly selinexor, bortezomib, and dexamethasone (SVd) versus twice weekly bortezomib and dexamethasone (Vd) in patients with multiple myeloma (MM) after one to three prior therapies: Initial results of the phase III BOSTON study. Presented at: ASCO20 Virtual Scientific Program. J Clin Oncol. 2020;38(suppl):abstr 7031.

Sonuç olarak; multipl miyelomlu hastalarda genel olarak bu veriler haftada bir kez [SVd] rejiminin yeni bir tedavi standardı ve en uygun üçlü tedavisi olabileceğini göstermektedir.

KRONİK LENFOSİTİK LÖSEMİDE (KLL) CD19 HEDEFLİ CAR-T TEDAVİSİ İLE EŞZAMANLI KULLANILAN IBRUTİNİB, IBRUTİNİB BAŞARISIZLIĞI SONRASI UYGULANABİLİR BİR SEÇENEK

CAR-T tedavisi, son yıllarda çalışmaları hız kazanan ve özellikle lösemi, lenfoma ve miyelom gibi hematolojik kanserlerde ümit verici sonuçlar veren ve çalışmaları hala devam eden bir tedavi şeklidir.  En büyük komplikasyonlarından biri olan “sitokin salınım sendromu” olarak bilinen sitokin fırtınası tedavi güvenliği açısından problem oluşturmakta ve bu komplikasyonun azaltılmasına yönelik çalışmalar devam etmektedir. Bir bruton kinaz inhibitörü olan ibrutinib başta kronik lenfositik lösemi olmak üzere lenfoproliferatif hastalıklarda ve kök hücre nakli komplikasyonu olarak karşımıza çıkan graft-versus-host hastalığında kullanılan bir akıllı moleküldür. Aynı zamanda sitokin salınım sendromunun azaltılması ve önlenmesinde etkili olabileceğine dair çalışmalar bulunmaktadır. Sonuçlarını özetlediğimiz bu çalışmada ibrutinib ile birlikte verilen CAR-T tedavisinin uygulanabilir bir seçenek olduğu gösterilmiştir.

Yeni gerçekleştirilen bir pilot çalışmanın sonuçları, eş zamanlı ibrutinib ile kombine edilmiş CD19 hedefli kimerik antijen reseptörü (CAR) T hücresi (CAR-T) tedavisinin nüks veya dirençli kronik lenfositik lösemili (CLL) hastalarda iyi tolere edildiğini düşündürmektedir. Blood dergisinde yayınlayan çalışma, nüks/dirençli KLL hastaları için bu kombinasyon yaklaşımının çoğu hastada uygulanabilir bir seçenek olduğunu ve şiddetli sitokin salım sendromu (CRS) olmadan yüksek yanıt oranları ile sonuçlandığını göstermiştir.

Çalışmaya ibrutinib alan KLL hastaları (medyan yaş 65 yıl) dahil edildi ve 19 hastanın 18’ine 1 CAR-T tedavisi verildi. Bir hasta, ilk infüzyondan 50 gün sonra kalıcı hastalık için ikinci bir CAR-T infüzyonu aldı. İbrutinib ve CD19-yönelimli CAR T hücrelerinin kombinasyonu, 2018 Uluslararası KLL Çalıştayı (iwCLL) tedavi yanıtı kriterlerine göre iyüksek yanıt oranlarıyla sonuçlanmıştır. Toplam yanıt oranı (ORR) %83 ve akım sitometri ile bakılan kemik iliği minimal rezidüel hastalık negatifliği %72 ve lenf nodu yanıt oranları %71 ile oldukça yüksek oranda saptandı.

Ortanca önceki tedavi sayısı 5 idi ve hastaların % 89’unda (17 hasta) yüksek riskli sitogenetik (17p delesyon ve/veya kompleks karyotip) özellikleri mevcut idi. İbrutinib lökoferezden 2 hafta önce başlatılmış ve CAR-T infüzyonundan sonra da 3 ay devam etmiştir. Kombinasyon tedavisinin iyi tolere edildiği görüldü ve hastaların % 8’ine (13 kişi) doz ayarlamasına ihtiyaç duyulmaksızın planlandığı gibi ibrutinib verildi.

Çalışma, hastaların %61’inin immünoglobulin ağır zincir sekanslaması ile MRD negatif kemik iliği yanıtı elde ettiğini göstermiştir. 1 yıllık genel sağkalım (OS) oranı %86 ve progresyonsuz sağkalım (PFS) oranı %59 saptanmştır.

One patient died 4 days after infusion from a presumed ibrutinib-related cardiac arrhythmia, and 18 of 19 patients were evaluable for response 4 weeks after CAR-T infusion.

Bir hasta, ibrutinib ile ilişkili kardiyak aritmi nedeni ile infüzyondan 4 gün sonra öldü ve 19 hastanın 18’i CAR-T infüzyonundan 4 hafta sonra yanıt için değerlendirilebildi.

Kaynak

1. Gauthier J, Hirayama AV, Purushe J, et al. Feasibility and efficacy of CD19-targeted CAR T cells with concurrent ibrutinib for CLL after ibrutinib failure. Blood. 2020; 135(19):1650-1660