Anasayfa » Makaleler

Makaleler

KIRMIZI ET KANSER RİSKİNİ ARTIRIYOR MU?

“Kırmızı – beyaz et tüketimi ve kanser gelişme riski açısından bilimsel tıp literatürü incelendiğinde çok sayıda araştırmanın olduğunu görüyoruz. Bu konuda yapılan araştırmaların en büyüğü İtalya’lı bilim adamlarından geldi.”

 

 

İnternette kırmızı ve beyaz et tüketiminin yararları ve zararları konusunda çok yazıya rastlarız. Et besin deposudur. Vücut için gerekli olan çoğu yapıtaşını, vitaminleri et tüketiminden sağlarız. Tüm organların düzenli çalışabilmesine yönelik yararları bulunmaktadır. Bununla birlikte kolesterol ve tansiyon yüksekliğine yol açabilme olasılığı, kalp damar hastalıklarının sebepleri arasında gösterildiğini de akılda tutmak gerekir.

Et tüketiminde hangi türün (kırmızı mı, beyaz mı?) daha fazla tüketilmesi gerektiği en çok tartışılan konular arasındadır. Bu yazımızda, mevcut tartışmaya kanserler açısından ve özellikle hematolojik kanser türlerinden olan lenfoma ve miyelom için dahil olacağız.

Kırmızı et tüketimi ve kanser gelişme riski açısından bilimsel tıp literatürü incelendiğinde çok sayıda araştırmanın olduğunu görüyoruz. Bu konuda yapılan araştırmaların en büyüğü İtalya’lı bilim adamlarından geldi. Floransa Kanser Araştırma ve Önleme Enstitüsünde yapılan ve daha önce bu konuda yapılan tüm çalışmaların analiz edildiği son araştırmada, çok sayıda lenfoma ve miyeloma hastası et tüketim miktarları ve türleri açısından tarandı. Yaklaşık 16.500 lenfoma ve 3700 miyelom hastası üzerinde yapılan araştırmada kırmızı et tüketen hastalarda bu hastalıklara yakalanma riskinin beyaz et tüketenlere göre daha fazla olduğu tesbit edildi. Sonuç olarak, çalışmanın araştırmacıları, kırmızı et tüketiminin azaltılarak beyaz et ve deniz ürünleri tüketiminin artırılmasını bu hastalıklara yakalanma riskini azaltmak için öneriyorlar.

 

Sağlık ve umutla kalın…

 

Prof. Dr. H. İsmail SARI

İç Hastalıkları ve Hematoloji Uzmanı

 

KAYNAK: Caini S, Masala G, Gnagnarella P, Ermini I, Russell-Edu W, Palli D, Gandini S. Food of animal origin and risk of non-Hodgkin lymphoma and multiple myeloma: A review of the literature and meta-analysis. Crit Rev Oncol Hematol 2016;100:16-24.

IMMUNE CHECKPOINT İNHİBİTÖRLERİNİN YAN ETKİLERİ

“İmmune Checkpoint İnhibitörleri” gerek onkolojik gerekse hematolojik kanserlerin tedavisinde önümüzdeki yıllar için büyük umut vaat etmektedir. Diğer taraftan özellikle immün sistem ilişkili yan etkileri kullanımlarını sınırlamaktadır. New England Journal of Medicine dergisinde yayınlanan derleme ilaçların mevcut yan etkilerine göz atıyor. Hematoloji yan dal asistanlarımız ve uzmanlarımıza keyifli okumalar diliyorum…

Makaleye ulaşmak için tıklayın

GASTRİK BYPASS AMELİYATI: KANSIZLIK RİSKİ İÇİN TAKVİYE GEREKLİ Mİ?

“Stanford Üniversitesinde yapılan araştırmada 10 yıl boyunca obesite için gastrik bypass ameliyatı olan hastalar tarandı. Ameliyat öncesi hastaların sadece %20’sinde kansızlık mevcut iken, yıllar içinde bu oranın artarak %47 seviyesine yükseldiği görüldü.”

Roux-en-Y Gastric Bypass (mide baypası) obezite cerrahisinin “altın standart” ameliyatı olarak uzun yıllardır uygulanmaktadır. Mineral ve vitamin eksiklikleri en sık görülen yan etkilerdir. Uzun dönemde anemi riskinin olup olmadığı, anemi için ek takviye gerekip gerekmediği tartışma ve merak konusu olmuştur.

Bu konudaki klinik araştırma ünlü bir cerrahi tıp dergisi olan “JAMA Surgery” dergisinde yayınlandı. Stanford Üniversitesinde yapılan araştırmada 10 yıl boyunca obesite için gastrik bypass ameliyatı olan hastalar tarandı. Ameliyat öncesi hastaların sadece %20’sinde kansızlık mevcut iken, yıllar içinde bu oranın artarak %47 seviyesine yükseldiği görüldü.

10 yılın sonunda anemi nedenleri gözden geçirildiğinde, başlıca anemi nedenlerinin demir, vitamin B12 ve folat eksikliğine bağlı olduğu belirlendi. Nadir olarak bakır, vitamin A ve selenyum eksikliği ve ameliyat yerinde oluşan ülserlerden kanama da nadir olan diğer kansızlık nedenleri olarak saptandı. Araştırmayı yapan bilim adamları, gastrik bypass sonrası gelişen aneminin düzeltilmesi için, hastaların yakın takip edilerek anemiye neden olan vitamin ve mineral eksikliğinin tesbit edilmesini ve buna göre takviye verilmesinin önemli olduğunu özellikle belirtiyorlar.

 

Sağlık ve umutla kalın…

Prof. Dr. H. İsmail SARI

KANSERE BAĞLI HALSİZLİK İSTİRAHAT İLE GEÇMEZ!

“Kanser tedavisinin en önemli kısmı hastalığa ve/veya kemoterapiye bağlı gelişen halsizliğin yönetimi konusudur. Küçük yürüyüşler ve hafif egzersizler bu hastalıktan muzdarip çoğu kişinin enerji düzeyini yükseltir.”

Halsizlik; kemoterapi, radyoterapi, biyolojik tedaviler, kök hücre nakli ve cerrahiden oluşan kanser tedavisinin en sık görülen yan etkisidir. Bu tedavilerin yanında kansızlık (anemi), ağrı, ilaçlar ve duygusal durum halsizliğe neden olabilir veya mevcut halsizliği kötüleştirebilir.

Hastalar kanser ilişkili halsizliği tanımlarken “son derece yorgunum”, “son derece güçsüzüm”, “üzerimde ağırlık ve uyku hali var”, “bitap düştüm”, “kötüye gidiyorum”, “enerjim kalmadı” gibi bu durumu tarif edebilecekleri cümleler kullanırlar. Bu durumdaki bir hastanın veya yakınının aklına gelen ilk şey halsizliği geçirmek için yapılacak istirahattir. Hastaya yataktan kalkmaması ve dinlenmesi önerilir. Hâlbuki istirahat kanser ilişkili halsizliğe her zaman yardımcı olmaz. Kanser ve kemoterapi ilişkili halsizlik çoğu hastanın başa çıkmada zorlandığı en önemli yan etkilerden biridir.

Eğer kendinizi ileri derecede kuvvetsiz hissediyorsanız, normal günlük aktivitelerinizi yapamıyorsanız ya da uyku veya istirahat sonrası hala yorgunluk yakınmanız varsa bunu mutlaka sizi takip eden hekim veya sağlık ekibi ile paylaşın. Çünkü bu halsizliğin birden fazla nedeni olabilir. Halsizliğin hangi günlük aktivitelerinizi nasıl etkilediğini ve yaptığınız hangi aktivite veya durumların halsizliğinizi iyileştirdiğini ya da kötüleştirdiğini mutlaka not alın.

Halsizliğimi nasıl yönetebilirim?

Aşağıdaki önerileri uygulamak sizi daha iyi hissettirebilir:

  • İstirahati ve aktiviteyi dengeleyen günlük plan yapın: Sizi rahatlatacak aktiviteleri seçin. Çoğu kişi müzik dinlemeyi, okumayı, meditasyon yapmayı, resim yapmayı veya hoşlandığı kişilerle vakit geçirmeyi tercih eder. Rahatlatıcı aktiviteler enerjinizi korumanızı ve stresinizi azaltmanızı sağlar. Daha fazla enerjiye sahip olmak ve kendinizi daha iyi hissetmek için doktorunuz tarafından önerilen hafif egzersizleri de yerine getirebilirsiniz.

 

  • İstirahat için zamanınızı planlayın: Kendinizi yorgun hissediyorsanız, gün içinde “kestirme” ya da “şekerleme” olarak tarif edilebilecek 1 saatten kısa olan uyku uyuyabilirsiniz. Unutulmaması gereken şey, gün içindeki uyku süresi fazla olursa gece uykusunda güçlük çekilir ve bu durum kişiyi halsiz ve mutsuz bırakır. Sizin için en önemli olan günlük aktivitelerinize öncelik verin ve bunları enerjinizin en iyi olduğu dönemde yapın. “yemek yemek” gibi temel ihtiyaçlarınızı ve “araba sürmek” gibi dikkat isteyen aktiviteleri mutlaka sizi takip eden doktorunuza danışın.

 

  • İyi beslenmeye ve bol sıvı tüketmeye çalışın: Enerjinizi artıracak yiyecek ve içecekler için diyetisyen veya doktorunuzla görüşün. Yüksek protein ve kalori içeren yiyecekler enerji düzeyinizi arttırmaya yardımcı olur. Üç öğün yerine daha az ama daha sık öğünlerle beslenme sizi daha enerjik hissettirebilir. Bol sıvı tüketin. Alkol ve kafeinden kaçının.

 

  • Hekiminizle sıkıntılarınızı paylaşın: Hekiminizle sadece hastalığa ait fiziksel yakınmalarınız dışında, hastalığa ait psikolojik sıkıntılarınızı da paylaşmanız doğru yönlendirilmeniz açısından faydalı olacaktır. Dayanılması size zor gelen düşüncelerinizi ve hislerinizi paylaşmanız bunlarla başa çıkmanızı kolaylaştırır. Hekiminiz gerekirse bu konularla ilgili bir uzmana sizi yönlendirebilir. Üzüntü ve stresinizi azaltmak sizi daha enerjik yapacaktır. Yine kontrol altında olmayan ağrı sizi halsiz bırakabileceği için, mevcut ilaçlarla düzelmiyorsa hekiminizin önerisi ile bu konu ile ilgili bir palyatif ağrı bakım uzmanından yardım alabilirsiniz.

 

Sağlık ve umutla kalın…

 

KAYNAK: www.cancer.gov

 

Prof. Dr. H. İsmail Sarı

İç Hastalıkları ve Hematoloji Uzmanı

 

Muayenehane adresi: Sırakapılar Mah. Saltak Cad. No: 50 Yeşil Apt. Merkezefendi/DENİZLİ

Telefon: : 0 258 261 6460 veya 0 555 011 6460

E-posta: profdrhisari@gmail.com

Web sayfası: https://www.profdrhisari.com

Facebook: https://www.facebook.com/profdrhisari

Twitter: https://twitter.com/profdrhisari

Instagram: https://www.instagram.com/profdrhisari

 

 

WBC (BEYAZ KÜRELER) DEĞERİM DÜŞÜK: NEYİM VAR?

Bu yazımızda tetkik sonucunu gördüğünde trombosit düşüklüğü kadar hastalarımıza panik yaptıran başka bir durumu, lökosit düşüklüğünü ve nedenlerini açıklamaya çalışacağız. Lökosit düşüklüğünde hastalarımızın ilk aklına gelen aynı trombosit düşüklüğünde olduğu gibi lösemidir. Hâlbuki WBC, beyaz küreler ya da savaşçı hücreler olarak bilinen lökositlerin düşüklüğü yalnızca lösemide olmaz.

 

Tam kan sayımında üç hücre grubu değerlendirilir. Bu hücreler alyuvarlar (eritrositler= kırmızı küreler), pıhtılaşma hücreleri (trombositler=kan pulcukları) ve akyuvarlar (lökositler=savaşçı hücreler) olarak bilinirler.

 

Kan damarları içinde dolaşan beyaz küre sayısı mm3’de 4.000-10.000 hücredir. Bu değer 4.000 altına düştüğünde lökopeniden bahsedilir. Yine aynı trombosit düşüklüğü gibi bir laboratuvar bulgusudur. Bir hastalık değildir. Bu laboratuvar bulgusuna yol açan hastalığın araştırılması gerekir.

 

Hastaların çoğunun tam kan sayımı tetkikinde gördüğü WBC değeri düşüklüğü lökopeniyi gösterir. Şu durum ve hastalıklarda lökopeni oluşmaktadır:

  • Nezle, grip dahil virüslerin yol açtığı hastalıklar
  • Doğuştan kemik iliği yapımının bozuk olduğu hastalıklar
  • Kemik iliğini işgal eden kanserler
  • Tıp dilinde “otoimmün” olarak ifade ettiğimiz, vücudun bağışıklık sisteminin bu hücreleri ve kemik iliğini harap ettiği durumlar
  • Şiddetli ve bakterilerin yol açtığı infeksiyonlar
  • İlaçlar (Hemen her ilaç beyaz küreleri düşürebilir).
  • Vücutta “infeksiyon dışı iltihap” yapan durumlar
  • Kemik iliği yetmezlikleri (Aplastik anemi, myelodisplastik sendrom)
  • Kemoterapiler
  • AIDS hastalığına yol açan HIV virüsü
  • İleri derecede dalak büyüklüğü
  • Lösemiler
  • Romatizmal hastalıklar (Lupus, Romatoid artrit gibi)
  • Beslenme bozuklukları
  • Vitamin eksiklikleri
  • Radyasyon tedavisi
  • Verem (Tüberküloz)

Tam kan sayımında WBC değeri düşük olan bir hastanın öncelikle panik yapmaması, bu laboratuvar değerinin lösemi dışında birçok hastalığın bulgusu olabileceğini bilmesi ve ilgili hekim ya da hekimlerle işbirliği yaparak tüm bu hastalıklar açısından değerlendirilmesi gerekmektedir.

Sağlık ve umutla kalın…

Prof. Dr. H. İsmail Sarı

İç Hastalıkları ve Hematoloji Uzmanı

 

KAYNAK:

  1. mayoclinic.org
  2. William H. Kreisle MD, Manuel Modiano MD, in Decision Making in Medicine (Third Edition), 2010.

 

 

PIHTILAŞMA HÜCRELERİM DÜŞÜKMÜŞ: LÖSEMİ OLABİLİR MİYİM?

Halk arasında “pıhtılaşma hücreleri” veya “kan pulcukları” olarak bilinen “trombositler” (ingilizce adı platelet) kanın pıhtılaşmasında görev alan kan hücreleridir. Kandaki trombosit sayısının az olması durumuna “trombositopeni” adı verilir.  Bir hastalık değil, bir hastalığın neden olduğu laboratuvar bulgusudur.

Devamını Oku »

HEMATOLOJİK KANSERLERDE OMEGA-3 TAKVİYESİ: YARARLI MI, ZARARLI MI?

Değerli internet kullanıcıları;

Hematolojik kanserler; kan, kemik iliği ve lenf bezi kaynaklı tümörlere verilen isimdir. Gerek onkolojik gerekse hematolojik kanser tedavisinde en sık kullanılan tedavi şekillerinden birisi kemoterapidir. Gerek tedavi sırasında, gerekse tedaviden sonra hastaların en çok sorduğu soru ise gıda takviyelerinin kullanılıp kullanılamayacağı konusudur. Öncelikle şunu söylemeliyiz ki, doğru olan bu besinleri kullanıp kullanmamayı sizi takip eden hekiminize veya ilgili hekime danışmaktır. Bu yazımızda, hematolojik kanserlerde, gıda takviyelerinden biri olan omega-3 yağ asitleri (internette balık yağı olarak daha fazla rastlarsınız) takviyesine bilimsel ve güncel veriler ışığında göz atacağız.

Omega-3 yağ asitleri, doymamış yağ asitleri olarak bilinir. Vücut için gerekli olup insan vücudunda üretilemediğinden gıdalardan elde edilir. Soğuk sularda yaşayan yağlı balıklar, ton balığı, uskumru, sardalya ve hamsi tüketerek omega-3 yağ asitlerini alabiliriz. Bunlar dışında omega-3 yağ asitleri keten tohumu, ada çayı yağı, kivi, semizotunda en az balık yağındaki kadar bulunurlar. Daha az oranlarda ise ceviz, badem, fındık, soya filizi, kuru fasulye, soya fasulyesi, nohut, mısır, mısır unu, çörek otu yağı, kanola yağı, soya yağı, tatlı patates, marul, lahana, brokoli ve diğer yeşil yapraklı sebzelerde bulunurlar. Vücudun omega-3 yağ asidine ihtiyacı daha anne karnında başlar, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık boyunca bu ihtiyaç devam eder.

Erken Evre Kronik Lenfositik Lösemide Omega-3 Yağ Asitleri Kullanılabilir mi?

Kronik Lenfositik lösemi bağışıklık sistemimizde önemli yeri olan lenfosit isimli hücrelerin aşırı çoğalması ile oluşan, oldukça yavaş seyirli bir hastalıktır. Genelde 60-80 yaş aralığında görülür. Çoğu zaman hastanın hiçbir yakınması yok iken tesadüfi olarak başka bir nedenle yaptırdığı kan sayımı tahlilinde ortaya çıkar. Yavaş seyirli olması, ileri yaşlarda görünmesi nedeniyle erken evre ve yakınması olmayan hastalarda tedavinin herhangi bir yararı gösterilemediği için tedavisiz izlenebilir.

Tedavisiz izlenen erken evre kronik lenfositik lösemi hastalarında destek besinlerin kullanıp kullanılmayacağı ile ilgili klinik araştırma ABD’de bulunan Marshall Üniversitesinde yapıldı. Yaklaşık 3 ay boyunca omega-3 yağ asidi kullanan hastaların 3. ay sonunda hastalık aktivitesi ile ilgili olan bazı değerlerin düzeldiği saptandı. En önemli bulgulardan birisi ise kullanılan omega-3’ün, hastalığın tedavisinde kullanılan kemoterapinin hücreler üzerindeki duyarlılığını arttırdığı görüldü.

Omega-3 Yağ Asitlerinin Lenfoma ve Diğer Lösemi Tiplerinde Kullanım Yeri Var mı?

Omega-3 yağ asitlerinin hematolojik kanserlerde kullanımı ile ilgili diğer bir araştırma 2017 yılının sonunda yayınlandı. Lösemi ve lenfomalı hastalarda yapılan bu klinik araştırmada, kemoterapi sırasında omega-3 yağ asitlerinin kullanımının hastalığa bağlı gelişen iltihap parametrelerinde düzelme sağladığı saptandı.

Omega-3 Yağ Asitlerinin Yan Etkisi Var mı?

Omega-3 asitlerinin en sık görülen yan etkileri ciltte döküntü, tat duyusunun bozulması, bel-sırt bölgesinde ağrı, hazımsızlık-mide yakınmaları ve grip benzeri semptomlardır. Bunların yanında nadir olarak kanama bozukluğu, kalp ağrısı, uykusuzluk, depresyon belirtileri görülebilir.

Sonuç olarak, omega-3 yağ asitlerinin öncelikle doğal yollarla yani yazının başında verdiğimiz besinlerin tüketilerek alınmasını tavsiye ediyoruz. Hematolojik kanserlerin rutin tedavisinde bulunmadığını hatırlatıyoruz. Fakat sizi takip eden hekime danışarak, yakın doktor gözetiminde, ilaç etkileşimi ve yan etkileri göz önünde bulundurularak bir seçenek olarak kullanılabileceğini de belirtmek istiyoruz.

Sağlık ve umut dolu günler diliyoruz…

KAYNAKLAR

  1. Valentine RC & Valentine DL (2004) Progress in Lipid Research 43:383-402 Omega-3 fatty acids in cellular membranes: a unified concept
  2. Fahrmann JF. Inhibition of nuclear factor kappa B activation in early-stage chronic lymphocytic leukemia by omega-3 fatty acids. Cancer Invest. 2013 Jan;31(1):24-38.
  3. Chagas TR. Oral fish oil positively influences nutritional-inflammatory risk in patients with haematological malignancies during chemotherapy with an impact on long-term survival: a randomised clinical trial. J Hum Nutr Diet 2017;30(6):681-692.

 

Prof. Dr. H. İsmail SARI

İç Hastalıkları ve Hematoloji (Kan Hastalıkları) Uzmanı

Adres: Sırakapılar Mah. Saltak Cad. No: 50 Yeşil Apt. Merkezefendi/DENİZLİ

Telefon: 0 555 011 6460 – 0 258 261 6460

E-mail: profdrhisari@gmail.com

Facebook: https://www.facebook.com/profdrhisari

Twitter: https://twitter.com/profdrhisari

EGZERSİZ, KEMOTERAPİ İLİŞKİLİ KALP YETMEZLİĞİNİN İYİLEŞMESİNE KATKI SAĞLAR

Gerek onkolojik gerekse hematolojik kanser tedavisinde en sık kullanılan tedavi şekillerinden birisi kemoterapidir. Kemoterapi, kanser hücrelerini yok etmek veya bu hücrelerin büyümesini kontrol altına almak için antikanser ilaçlar kullanılarak yapılan tedavidir. En sık yan etkileri; kısa vadede halsizlik, bulantı-kusma, saç dökülmesi, kan değerlerinde düşme, ağız yaraları, ishal-kabızlık ve cilt-tırnak değişiklikleridir. Uzun vadede (aylar-yıllar sonra) ise katarakt, erken menapoz, kalp problemleri, kısırlık, akciğer-karaciğer harabiyeti, kemik erimesi ve ikincil kanser (her türlü organ kanserleri, lösemiler gibi) görülebilir. “Kemoterapi ilişkili ileri derece kalp yetmezliği” durumu ise hem kısa hem de uzun vadede gelişebilir.

2017 yılının sonlarında İtalya’daki araştırmacıların sunduğu ve bu konuda yapılan önceki araştırmaların sonuçlarını da derleyen makale “Advances in Experimental Medicine and Biology” adlı tıp dergisinde yayınlandı.Yayında günlük yürüyüş şeklinde yapılan egzersizlerin özellikle kalbin kasılma fonksiyonunu düzelttiği ve kalple ilgili sorunlara bağlı hayati riski azalttığı bildirildi.

 

Bu nedenle ister hastalığı aktif olup tedavi altında olan, isterse tedavi alıp hastalıktan kurtulmuş kanser hastalarında günlük hiç olmazsa 30 dakikalık yürüyüşün tavsiye edilebileceğini düşünüyoruz.

Sağlık ve umut sizinle olsun

 

Prof. Dr. H. İsmail SARI

İç Hastalıkları ve Hematoloji (Kan Hastalıkları) Uzmanı

Adres: Sırakapılar Mah. Saltak Cad. No: 50 Yeşil Apt. Merkezefendi/DENİZLİ

Telefon: 0 555 011 6460 – 0 258 261 6460

E-mail: profdrhisari@gmail.com

Facebook: https://www.facebook.com/profdrhisari

Twitter: https://twitter.com/profdrhisari

KAYNAKLAR:

1.    Kanser.gov.tr

2.     Cavarretta E. The Positive Effects of Exercise in Chemotherapy-Related Cardiomyopathy. Adv Exp Med Biol 2017;1000:103-129.

GÜNLÜK YARIM SAAT YÜRÜYÜŞ KANSER RİSKİNİ AZALTIYOR: HAYDİ DOĞA YÜRÜYÜŞÜNE!

Modern toplum yaşantısı teknolojiyi, gökdelenleri, alışveriş merkezlerini, otobanları yaşamımıza sokarak, bizi çevre kirliliği, gürültü, yaşam kaygısı ve stresle baş başa bıraktı. Hâlbuki birkaç dakika için bile olsa insanlardan olabildiğince kopup tamamen doğayla bütünleşmek gibisi var mı? Sadece ayağınızın altında hışırdayan çimenle, güneşle, rüzgârla, doğayla ve en önemlisi yaşama sevinciniz ile baş başa kalmak…  Devamını Oku »

NEDEN KANSERE YAKALANDIM?

Neden ben? Niçin bu hastalık beni buldu?

Kansere yakalanan kişinin en çok sorduğu sorudur yukarıda yazdıklarımız. Bugün için kanser nedeni tam olarak bilinmese de suçlanan pek çok neden var. Aslında vücudumuzda her gün milyonlarca kanser hücresi oluşuyor. Fakat vücudun bağışıklık sistemi bu hücreleri kısa süre içinde kanser haline gelmeden yok ediyor. Bağışıklık sisteminin çeşitli nedenlerle işlevselliğinin bozulması, bu dengeyi bozarak kansere yol açabiliyor. Bu nedenleri önlenebilir ve önlenemeyen olmak üzere iki başlık altında toplayabiliriz. Şimdi bu nedenlere kısaca göz atalım.

ÖNLENEBİLİR NEDENLER

-Sigara

Sigara ve tütün kullanımı başta akciğer, mesane, gırtlak (larinks), ağız, yemek borusu (özefagus) ve pankreas kanserinin başlıca nedenidir.

-Alkol 

Aşırı alkol tüketimi, ağız, gırtlak, böbrek, üst solunum yolu ve meme kanserlerine neden olabiliyor.

-Düzensiz ve hatalı beslenme

Kanserin en önemli nedenlerinden biri hatalı beslenmedir. Doymuş yağ oranı yüksek, sebze ve meyvenin yeterli kadar yer almadığı beslenme alışkanlıkları, başta kolon (kalın bağırsak) kanseri olmak üzere meme ve gırtlak kanserine yakalanma riskini artırmaktadır.

-Obesite (aşırı kilolu olma durumu)

Obesite karaciğer, mesane, meme kanseri ve bazı lösemi tiplerine yol açabilir.

 

-Hareketsizlik ve spor yapmamak

Başta kolon kanseri olmak üzere birçok kanser türüne yakalanma olasılığını ciddi şekilde artırıyor.

-Virüsler ve bazı bakteriler

Çalışmalar bazı virüs ve bakteri tiplerinin bazı kanser türleri ile direk ilişkili olduğunu göstermiştir. Human papilloma virüs ve rahim ağzı kanseri ilişkisi, hepatit C, HIV (AIDS) ve lenfoma ilişkisi ilk aklımıza gelen örnekler olarak sayılabilir. Yine Helikobakter pilori adı verilen bir bakterinin mide ülseri ve kanseri gelişiminde rol oynadığı bilinmektedir.

-Radyasyon ve ultraviole (UV) maruziyeti

. Ultraviole ışınlar özellikle cilt kanseri gelişiminde rol oynarken, radyaaktif maddeler başta hematolojik kanserler olmak üzere tüm kanser türlerininin gelişiminden sorumludur

-Kanserojen ortamlar

Asbest, arsenik, benzen gibi kanserojen maddelerin bulunduğu ortamlarda uzun süre kalmak kansere yol açabilir.

-Çevre kirliliği ve tarım ilaçları

Su, hava ve toprak kirliliği, dünyadaki kanser vakalarının yüzde 1 ile 4’ünün sorumlusu.

ÖNLENEMEYEN NEDENLER

-Yaşlanma

Kansere yakalanma riski, yaşlandıkça artıyor. Kanser oranı yaşlılar arasında daha fazla, tedaviye yanıt daha azdır. Yaşlanma ve kanser konusunu ayrı bir başlık altında toplayacağız.

-Irk ve etnik köken

Bazı kanser türleri, o yörenin genetik özelliklerine göre belirli ülkeler veya coğrafi bölgelerde daha az veya daha çok görülebilir. Bölgenin beslenme alışkanlıkları ve hayat stili kanser gelişiminde büyük rol oynar. Örneğin uzak doğuda tütsülü deniz ürünleri tüketimine bağlı mide kanserine yakalanma oranı oldukça yüksektir.

-Kalıtım

Anne ve babamızdan veya daha önceki kuşaklardan gelen genlerin neden olduğu kanser hastalıkları, dünyadaki kanser olgularının yaklaşık yüzde 4’ünü oluşturmaktadır. Vücutta kansere yol açan genlerin çeşitli nedenlerle aktifleşmesi ya da tam tersi olarak kanseri baskılayan genlerin sessizleşmesi kanser oluşumuna neden olabilir.

-Cinsiyet

Bazı kanser tipleri sadece erkek ya da sadece kadınlarda görülmektedir. Prostat ve meme kanseri bu konuya örnek olarak verilebilir.

Sonuç olarak, kansere yol açan nedenlere bakıldığında önlenebilir nedenlerin daha fazla olduğunu ve bu nedenlerin özüne bakıldığında ise maalesef modern toplum düzeninin yaşam tarzımızı kötü yönde değiştirerek kansere yakalanma riskimizi artırdığını görüyoruz. O halde bu günden başlayarak kendimiz ve ailemiz için bazı kararlar almalı, yaşam tarzımızı sağlık yönünde değiştirerek kendimizi, ailemizi ve çevremizi bu yönde motive etmeliyiz. Sağlık ve umut dolu günler…

Prof. Dr. H. İsmail Sarı

İç Hastalıkları ve Hematoloji Uzmanı