Sanal olarak takip
etme fırsatı bulduğumuz ASCO20’den derlediğimiz çalışmaları aktarmaya devam
ediyoruz. Bilimsel programda sunulan bir çalışmada, yeni tanı konmuş, yüksek
riskli diffüz büyük B hücreli lenfoma (DBBHL) olan hastalar için, standart
tedaviye avadomid eklenmesinin, faz 1 sonuçlarına dayanarak tedavi başarısızlığı
olasılığını azaltabildiği bildirildi.
Yeni tanı konmuş, yüksek
riskli diffüz büyük B hücreli lenfoma (DBBHL) olan hastalar için, standart
tedaviye avadomid eklenmesinin, faz 1 sonuçlarına dayanarak tedavi başarısızlığı
olasılığını azaltabildiği bildirildi.
Avadomid
nedir?
Potansiyel antineoplastik, antianjiyojenik
ve immünomodülatör aktivitelere sahip yeni, küçük moleküllü bir sereblon modüle
edici ajandır. Oral uygulamadan sonra
avadomid, hematopoietik transkripsiyon faktörleri Aiolos ve Ikaros’un Cullin-4
RING E3 ubikitin ligaz kompleksine alınmasını teşvik etmek için sereblona
bağlanır ve modüle eder. Bu bağlanma, Aiolos ve Ikaros’un ubikuitinasyonu ve
hızlı proteazomal degradasyonu ve DDX58 ve IRF7 de dahil olmak üzere interferon
(IFN) uyarılmış genlerin derepresyonu ile sonuçlanır ve bazı tümör hücrelerinin
apoptozuna yol açar. Ek olarak, Aiolos degredasyonu, IL2 geninin derepresyonuna
yol açar, böylece interlökin-2 üretimini, T lenfositlerin kostimülasyonunu ve
IL-2 ile indüklenen T hücresi proliferasyonunu arttırır. Avadomid ayrıca, natural
killer=doğal olarak öldürücü (NK) hücrelerin aktivasyonunu teşvik edebilir ve
bu da potansiyel olarak tümör hücresi öldürmesini güçlendirebilir. Aiolos ve
Ikaros, normal B ve T hücre fonksiyonunda önemli bir rol oynadığı bilinen
transkripsiyonel baskılayıcılardır.
ASCO20 sanal bilimsel kongre programında bir parçası olarak bulguları sunan Washington Üniversitesinden Neha Mehta-Shah tarafından sunulan çalışmada, mevcut rejimin iyi tolere edildiği ve %79’luk bir tam yanıt oranı sağladığı belirtildi
Çalışmada yeni tanı DBBHL tedavisinin
klinik bir zorluk olmaya devam ettiği her 21 günde bir verilen rituksimab, siklofosfamid,
doksorubisin, vinkristin ve prednizon tedavisinden oluşan standart R-CHOP-21 ile özellikle yüksek risk hastalarda % 30 -%
50 arasında tedavi başarısızlık oranı olduğu bildirildi.
Etkinliği artırmak için araştırmacılar,
daha önce relaps veya refrakter DBBHL hastaları için monoterapi olarak
kullanıldığında %11’lik tam yanıt oranı gösteren ve bir sereblon E3 ligaz
modülatörü olan avadomidi denediler.
Mevcut faz 1 verileri, en az
2.0 cm’lik ölçülebilir lezyonları olan yeni tanı konmuş 3-5 arasında Uluslararası
Prognostik İndeks (IPI) skoruna sahip 35 yetişkini DBBHL’li hastayı kapsıyordu.
Spesifik olarak, hastaların %51’inin IPI’si 3 iken, % 49’unun IPI’si 4-5 idi.
Tüm hastalara pegfilgrastim desteğinde
standart R-CHOP ve ayrıca 1-3 mg’dan artan dozlarda oral avadomid verildi.
Tedavi, tolere edildiğinde 21 günde bir altı siklus uygulandı. Tedavi
haftalarında, 7 günün 5’inde avadomid verildi.
Birincil hedefler güvenlik,
tolere edilebilirlik ve tam yanıt oranı idi. İkincil hedefler arasında
biyobelirteçler ve ek etkinlik önlemleri yer alırken, farmakokinetik ve
farmakodinamiği değerlendirmek için keşifsel analizler de yapılmıştır.
Etkililik açısından
değerlendirilebilen 34 hastanın tamamında yanıt oranı %79 ve objektif yanıt
oranı %88 idi. Ortalama 10 aylık takipten sonra, 1 yıllık progresyonsuz
sağkalım oranı %80 idi.
Hastaların çoğu (% 91) altı
tedavi siklusunu tamamladı. Ortalama relatif toplam doz yoğunlukları avadomid
ve R-CHOP-21 için sırasıyla %99 ve %95 idi. Üç hastadan yaklaşık ikisinde (%
66) avadomid kesme gereksinimi ve %9’unda advers etkiler nedeniyle doz azaltımı
gerekli oldu.
Altı hastada sepsis dahil cilt
enfeksiyonlarından kaynaklanan febril nötropeni, hipotansiyonlu febril
nötropeni, febril nötropeni, pnömoni ve bakteriyel hepatik enfeksiyon ile
birlikte görülen nötropeni gibi doz sınırlayıcı toksisiteler meydana geldi. Bu
bulgulara dayanarak, önerilen faz 2 avadomid dozu 3 haftadan 2’sinde 3 mg
olarak belirlenmiştir.
Hastaların yaklaşık %74’ünde
tedavi ile ortaya çıkan grade 3-4 advers olay vardı; bunların en yaygın
olanları nötropeni (% 54), anemi (% 20), lökopeni (% 20), lenfopeni (% 14),
hipofosfatemi (% 14) idi. ) ve febril nötropeni (% 11) idi.
İkinci tedavi siklusu
sırasında, bir hasta eşzamanlı pnömoni nedeniyle öldü. Tedavinin
tamamlanmasından sonra iki hastada kalp yetmezliği gelişti ve her döngüden
sonra toplanan veriler, beş hastada yüksek seviyelerde troponin veya beyin
natriüretik peptit geliştiğini gösterdi.
Akım sitometrik analiz,
avadomidin bellek T hücresi popülasyonlarının genişlemesi ve T hücreleri ve NK
hücrelerinin çoğalmasını içeren proimmünomodülatör etkilere sahip olduğunu
gösterdi. Çalışmada, bu son artışın
büyüklüğünün R-CHOP ve durvalumab’ı içeren önceki çalışmalarda gözlemlenenden
daha büyük olduğunu belirtti.
Çalışmayı ASCO20’de sunan Mehta-Shah,
“progresyonsuz sağkalıma ilişkin bu verileri daha uzun süre takip etmeyi
umuyoruz. Bu çalışmanın sonuçları, daha önce tedavi edilmemiş yaygın büyük B
hücreli lenfoma hastaları için immünokemoterapi ile birlikte sereblon modüle
edici bileşiklerin kullanımının daha fazla araştırılmaya değer olduğunu
göstermektedir.” dedi.
Ülkemizde covid 19 salgını yönünden normalleşmenin sağlanmasına yönelik adımlar atılırken, bugünün tarihi olan 04 Haziran 2020 itibari ile tüm dünyada vaka sayısı 6.5 milyonu geçti, ölümler ise 400 bine yaklaştı. Eldeki az sayıdaki veriye rağmen Covid 19 infeksiyonunun kanser hastaları açısından yüksek risk oluşturduğunu biliyoruz. Bu nedenle bu yazımızda bir hematolojik kanser olan ve gerek hastalık şiddeti gerekse hastalık seyrinin hastadan hastaya değişebildiği kronik lenfositik lösemide covid 19 ile ilgili olarak sık sorulan soruları derlemeye çalıştık.
Yaklaşık 1 yıldır KLL
tanısı ile izleniyorum. Doktorum kan değerlerimin iyi olması ve henüz tedavi
başlama kriterlerini sağlamamam nedeni ile tedavisiz izliyor. COVID 19 için ne
kadar risk altındayım? Hastalığı geçirmem durumunda hastalık şiddetim ve hayati
riskim akıllı ilaç veya kemoterapi ile tedavi gören kişilere göre daha az mı
olur?
KLL hastalarında bağışıklık sistemi az ya da çok bozulduğu için infeksiyonlara yakalanma riski artmaktadır. Bu durum teorik olarak covid 19 için de geçerli olmakla birlikte KLL hastalarının covid 19 hastalığına yakalanma riskinin arttığına dair net bir veri yoktur. COVID 19 hastalığı ve KLL birlikteliği için az sayıda olgu yayınlanmıştır. Bugün için aktif tedavi alan ve tedavisiz izlenen hastalardaki covid 19 şiddetini karşılaştırma yapacak kadar olgu bulunmamaktadır. Bununla birlikte akıllı ilaç veya kemoterapi gibi hiç tedavi almamış 4 olgunun hastalık şiddetlerinin ileri derecede olduğu gösterilmiş, fakat bu şiddetin sadece KLL hastalığına mı ya da hastaların ileri yaşta ve ek başka hastalıklarının da olmasına mı bağlı olduğunu kesin olarak söylemek mümkün olmamıştır.
Bu nedenle tedbiri elden bırakmamak, mümkün olduğu kadar
sosyal izolasyona ve hijyen kurallarına dikkat etmek ve maske takmak gerektiğini
söylemek gerekir.
Eldiven takmayla
ilgili çelişkili ifadeler duyuyoruz. Bu konudaki öneriniz nedir?
Bu konuda birden fazla yorum duyma nedeniniz,net ve tek bir
kuralın olmamasına bağlıdır. Eldiven takma olayını kişi bazında değerlendirmek
gerekir. Daha öncesine ait sık ve şiddetli infeksiyon geçiren bir KLL hastası
iseniz, ya da KLL hastası olmayıp KLL hastası olan bir yakınıza ya da kişiye
bakıyorsanız, her iki durumda da dış ortamla çok temasınız var ise temastan
önce ve sonra değiştirmek üzere eldiven takabirsiniz. Bununla birlikte eldiveni
doğru kullanmaz iseniz hem kendinize hem de başkalarına hastalığı geçirme
riskiniz de olabilir. Kendini izole etmiş, sürekli evde kalan bir kişide
eldivene ihtiyaç duyulmaz. Fakat kalabalık bir markete giriş yaptığınızda
sadece o süre içinde eldiven takabilirsiniz. Son olarak kuralına uygun ve sık
el yıkamanın, sosyal mesafeyi koruyarak maske takmanın ve dokunduğumuz herhangi
bir yerden sonra el yıkama imkanımız yoksa elimizi yüzümüze ve ağzımıza
götürmemenin birçok durumda daha koruyucu olduğunu eklemek de gerekir.
Şu önlemleri hiç aklımızdan çıkarmayalım:
Ellerinizi öncelikli olarak sabunlu su veya el
dezenfektanı ile sık sık ve en az 20 saniye ovalayarak yıkayın.
Gözlerinize, burnunuza veya ağzınıza yıkanmamış
ellerle dokunmayın.
Diğer insanlardan en az 1.5 metre uzakta tutun.
Mümkün olduğu kadar izole olmaya çalışın ve diğer insanlarla temas sayınızı
azaltın.
Dışarı çıktığınızda mutlaka maske takın.
Öksürdüğünüzde veya hapşırdığınızda burnunuzu ve
ağzınızı dirseğinizle veya bir mendille örtün.
Çok dokunduğunuz yüzeyleri temizleyin ve
dezenfekte edin.
75 yaşında bir KLL
hastasıyım. Kızım ziyarete gelmek istiyor. Kabul etmeli miyim?
Ne yazık ki hayır. Şu an ki rehberlerin önerisi immün
sisteminiz baskılanmış olduğu ve yüksek risk kabul edilmeniz nedeni ile sosyal
teması yüksek olan kişilerle biraraya gelmeniz doğru olmaz.
Yaklaşık 2 yıldır KLL
hastasıyım ve erken evre olmam nedeni ile tedavi almayıp 3 ayda bir kan
testleri yaptırarak izleniyorum. Pandemi dönemi ve sonrası için takip
aralıklarını açmam konusunda bir öneriniz olur mu?
Özellikle pandemi döneminde çoğu hastane ve doktor
tarafından uygulanan telekonferans yöntemi ile görüşmeyi öneriyoruz. Takip
aralıklarınızın nasıl olacağı konusu hastalığınızın son durumuna ve risk
faktörlerinize göre belirlenmesi gereken bir durum olduğu için bu konuyu
mutlaka doktorunuzla tartışmalısınız. Hastalığı oldukça stabil veya yavaş seyreden
düşük riskli kişilerde pandemi kontrol altına alınana dek takip aralıkları
açılabilir.
Pandemi sürerken KLL
tanısı aldım. Doktorumuz tedavi başlanması gerektiğini söyledi. Tedavim
ertelenebilir mi? Ertelenemeyecek ise alacağım tedavi pandemi öncesi KLL
hastalarına uygulanacak tedavi ile aynı mı olacak?
KLL yavaş seyirli bir kronik lösemi tipidir. Yapılan çalışmalarda başlangıç evresinde olan, kansızlık gelişmeyen, pıhtılaşma hücrelerinde (trombositler) düşüklük gözlenmeyen, lenfosit sayısında çok hızlı bir artış tesbit edilmeyen, dalağı çok büyük olmayan, lenf bezlerinde aşırı büyüme gözlenmeyen, sık ve şiddetli infeksiyon öyküsü olmayan, B semptomları dediğimiz kilo kaybı, gece terlemesi ve ateş yakınmaları olmayan hastalarda tedavi başlanmaz ve “bekle-gör” stratejisi ile hasta bahsedilen kriterlerin gelişimi açısından izlenir. Bu kriterlerin bir veya birkaçı sizde mevcut ise doktorunuz tedavi planlayabilir.
Verilecek tedavi ya da tedaviler her hasta için standart
aynı tedavi değildir. Tedavi tipi, yaşınıza, ek hastalıklarınıza ve KLL için
taşıdığınız genetik risk faktörlerine göre değişir. Düşük risk hastalığı olan
ve takiplerinde hastalıkta yavaş ilerleme göstererek tedavi kriterleri gelişen
hastalarda tedavi her hasta için bireysel olarak değerlendirilerek hekim kararı
ile geciktirilebilir. Fakat yüksek risk hastalığı olan ve hastalığı hızlı
ilerleyen ya da hızlı ilerleme olasılığı yüksek hastalarda geciktirmek doğru
olmayabilir. Unutulmaması gereken nokta, bu kararlar mutlaka sizi takip eden
hekim ve sağlık ekibi ile tartışılarak alınmalıdır.
Öte yandan, tedavi başlama kararı verilirse hekiminiz tedavi
sonrası infeksiyon gelişimi riskini artırabilecek ve covid 19 hasarında önemli
olan sitokin fırtınası durumunu alevlendirebilecek monoklonal antikor (rituximab, obinituzumab)
adı verilen bazı akıllı ilaçların (ibrutinib veya venotoclax gibi diğer akıllı
ilaçlarla birlikte veriliyorsa) verilmesini erteleyebilir. Elbette, yine bu
kararlar mutlaka sizi takip eden hekim ve sağlık ekibi ile tartışılarak
alınmalıdır.
Venotoclax ya da ibrutinib
gibi akıllı ilaç alan, Covid 19 geçirmemiş ve evde izole olan hastalarda ya da
covid 19 testi pozitif olan hastalarda tedaviyi kesmek ya da değiştirmek gerekir
mi?
Covid 19 negatif hastalarda venotoclax ve ibrutinib’in
kesilmesine yönelik bir veri yoktur. Özellikle yüksek risk grubunda olan ve
tedavisi yeni başlayan hastalarda bu ilaçların kesilmesi hastalığı
alevlendirebileceği için devam edilmesi önerilmektedir. Covid 19 pozitif
hastalarda da yine bilimsel veri olmamakla birlikte hafif covid 19 semptomu
olan hastalarda herhangi bir doz veya ilaç değişikliği yapmadan devam edilmesi,
şiddetli semptomları olan hastalarda ise ilacın kesilmesinin hastalık
aktivasyonuna neden olabileceğini göz önünde bulundurarak hastalığın
agresifliği ile ilacın kar-zarar dengesini hesap ederek bireysel bazda karar
verilmesinin uygun olacağını söyleyebiliriz. Her iki durumda da mevcut kararlar
mutlaka sizi takip eden hekim ve sağlık ekibi ile tartışılarak alınmalıdır.
Öte yandan KLL tedavisinde kullanılan bruton kinaz inhibitör
grubu ilaçlar olan ibrutinib ve acalabrutinib gibi akıllı ilaçları farklı
kanserler için kullanan kişilerde covid 19 semptomlarının hafif seyretttiği ve
hastanede yatış sürelerinin daha az olduğu ortaya çıkmıştır. Bu ilaçların covid 19 sırasında görülen ve
hayati risk oluşturan “sitokin fırtınası” durumunu önleyebileceğine yönelik
bazı hipotezler öne sürülmekle birlikte bu konuda yorum yapmak için henüz çok
erken olduğu söylenebilir.
Yaklaşık 2 yıldır KLL
hastasıyım. Erken evre olduğum için hastalığıma yönelik herhangi bir tedavi
almamakla birlikte, sık infeksiyon öyküm ve antikor seviyemde düşüklük olduğu
için koruyuvu olarak aylık antikor (İntravenöz İmmunglobulin=IVIG) tedavisi
almaktayım. IVIG beni covid 19 infeksiyonundan korur mu? Hastaneye gitmeye
korkuyorum. Bu koruyucu tedaviyi almayabilir miyim?
Öncelikle aldığınız koruyucu antikor tedavisinin diğer
solunum yolu infeksiyonlarından korunmak için bağışıklık sisteminizi
güçlendirmek amacı ile verildiğini ve size COVID-19 için herhangi bir koruma
sağlamadığını bilmeniz gerekiyor. Çünkü, şu an covid 19 ile çok sayıda maruz
kalınma durumu olmadığı için bizi bu spesifik virüse karşı savunmak için
verilen immünoglobulinde mevcut antikorlar olmayacaktır.
COVID-19 olmayan hastalarda, sadece hipogamaglobulinemi
(İmmunglobulin G tipindeki antikor düzeyinin düşüklüğü) öyküsü olan ve
potansiyel yararların infüzyon için kliniğe gelme risklerinden daha ağır
bastığı aktif veya tekrarlayan şiddetli enfeksiyonları olan seçilmiş hastalar
için IVIG tedavilerine devam edilmesi önerilmektedir. Bu durumlarda bile,
400-500 mg/dl IgG seviyesini hedefleyen mümkünse (örneğin aylık yerine her 6-8
haftada bir) daha az infüzyon düşünülmelidir.
COVID-19 pozitif olan KLL hastalarında koruyucu IVIG
tedavisine devam edilebilir. COVID-19 ile daha yüksek pıhtı oluşma riski göz
önüne alındığında, hastaların pıhtı ile ilgili yakınmalarının yakından
izlenmesi gerekir.
68 yaşında KLL
hastasıyım. 1 sene önce akıllı ilaç ve kemoterapiden oluşan tedavim tamamlandı.
Bu dönemden beri ilaçsız kontrollerimi yaptırıyorum. Seyehate çıkmak ve
çocuklarımın yanına gitmek istiyorum. Öneriniz nedir?
Daha önce de belirttiğimiz gibi, ister tedavi altında olsun,
ister tedavisi tamamlanmış olsun, isterse henüz tedavi başlanmamış olsun tüm
KLL hastalarında bağışıklık sistemi bozukluğuna bağlı infeksiyon riski
artmıştır. Aynı durum covid 19 için de geçerlidir. Bu nedenle salgının tamamen
ortadan kalkmadığı dönemler için kalabalık ortamda uçak, tren ve gemi
seyahatlerinin sakıncalı olabileceği göz önünde bulundurulmalı ve mümkün olduğu
kadar özel araç tercih edilmelidir. Ziyarete gidilen kişilerin sosyal ortamda
teması fazla ise gidilen yerde de bu riskin artabileceği göz önünde
bulundurulmalıdır.
KLL hastası olarak
yapılacak aşılar konusunda kafam karıştı. Hala grip aşısı yaptırmalı mıyım?
Evet. KLL hastaları yıllık grip aşılarını ve 2 dozluk zatüre
(pnomokok) aşılarını güvenle yaptırabilirler ve yaptırmaları önerilmektedir.
Covid 19 için henüz geliştirilmiş ve rutin uygulamaya geçmiş bir aşı
bulunmamaktadır.
Kaynaklar
1. Jin XH et al. COVID-19
in a patient with chronic lymphocytic leukaemia. Lancet Haematol 2020;7:351-352.
2. Paneesha S et al. Covid-19
infection in therapy-naive patients with B-cell chronic lymphocytic leukemia.
Leuk Res 2020;93:106366.
3. Thibaud S et al. Protective
Role of BTK Inhibitors in Patients with Chronic Lymphocytic Leukemia and
COVID-19. Br J Haematol. 2020 May 20.
CAR-T tedavisi, son yıllarda çalışmaları hız kazanan ve özellikle
lösemi, lenfoma ve miyelom gibi hematolojik kanserlerde ümit verici sonuçlar
veren ve çalışmaları hala devam eden bir tedavi şeklidir. En büyük komplikasyonlarından biri olan “sitokin
salınım sendromu” olarak bilinen sitokin fırtınası tedavi güvenliği açısından
problem oluşturmakta ve bu komplikasyonun azaltılmasına yönelik çalışmalar
devam etmektedir. Bir bruton kinaz inhibitörü olan ibrutinib başta kronik lenfositik
lösemi olmak üzere lenfoproliferatif hastalıklarda ve kök hücre nakli
komplikasyonu olarak karşımıza çıkan graft-versus-host hastalığında kullanılan
bir akıllı moleküldür. Aynı zamanda sitokin salınım sendromunun azaltılması ve
önlenmesinde etkili olabileceğine dair çalışmalar bulunmaktadır. Sonuçlarını
özetlediğimiz bu çalışmada ibrutinib ile birlikte verilen CAR-T tedavisinin
uygulanabilir bir seçenek olduğu gösterilmiştir.
Yeni gerçekleştirilen bir pilot çalışmanın sonuçları, eş
zamanlı ibrutinib ile kombine edilmiş CD19 hedefli kimerik antijen reseptörü
(CAR) T hücresi (CAR-T) tedavisinin nüks veya dirençli kronik lenfositik
lösemili (CLL) hastalarda iyi tolere edildiğini düşündürmektedir. Blood
dergisinde yayınlayan çalışma, nüks/dirençli KLL hastaları için bu kombinasyon
yaklaşımının çoğu hastada uygulanabilir bir seçenek olduğunu ve şiddetli
sitokin salım sendromu (CRS) olmadan yüksek yanıt oranları ile sonuçlandığını
göstermiştir.
Çalışmaya ibrutinib alan KLL hastaları (medyan yaş 65 yıl)
dahil edildi ve 19 hastanın 18’ine 1 CAR-T tedavisi verildi. Bir hasta, ilk
infüzyondan 50 gün sonra kalıcı hastalık için ikinci bir CAR-T infüzyonu aldı.
İbrutinib ve CD19-yönelimli CAR T hücrelerinin kombinasyonu, 2018 Uluslararası
KLL Çalıştayı (iwCLL) tedavi yanıtı kriterlerine göre iyüksek yanıt oranlarıyla
sonuçlanmıştır. Toplam yanıt oranı (ORR) %83 ve akım sitometri ile bakılan kemik
iliği minimal rezidüel hastalık negatifliği %72 ve lenf nodu yanıt oranları %71
ile oldukça yüksek oranda saptandı.
Ortanca önceki tedavi sayısı 5 idi ve hastaların % 89’unda
(17 hasta) yüksek riskli sitogenetik (17p delesyon ve/veya kompleks karyotip) özellikleri
mevcut idi. İbrutinib lökoferezden 2 hafta önce başlatılmış ve CAR-T
infüzyonundan sonra da 3 ay devam etmiştir. Kombinasyon tedavisinin iyi tolere
edildiği görüldü ve hastaların % 8’ine (13 kişi) doz ayarlamasına ihtiyaç
duyulmaksızın planlandığı gibi ibrutinib verildi.
Çalışma, hastaların %61’inin immünoglobulin ağır zincir
sekanslaması ile MRD negatif kemik iliği yanıtı elde ettiğini göstermiştir. 1
yıllık genel sağkalım (OS) oranı %86 ve progresyonsuz sağkalım (PFS) oranı %59 saptanmştır.
One patient died 4 days after infusion from a presumed
ibrutinib-related cardiac arrhythmia, and 18 of 19 patients were evaluable for
response 4 weeks after CAR-T infusion.
Bir hasta, ibrutinib ile ilişkili kardiyak aritmi nedeni ile
infüzyondan 4 gün sonra öldü ve 19 hastanın 18’i CAR-T infüzyonundan 4 hafta
sonra yanıt için değerlendirilebildi.
Kaynak
1. Gauthier J, Hirayama AV, Purushe J, et al. Feasibility and efficacy
of CD19-targeted CAR T cells with concurrent ibrutinib for CLL after ibrutinib
failure. Blood. 2020; 135(19):1650-1660
Covid 19 pandemisi nedeniyle her sene Amerika Birleşik Devletleri’nin Chicago kentinde yapılan yıllık ASCO (American Society of Clinical Oncology) kongresi bu sene sanal ortamda yapıldı. Hematoloji alanında yaşanan önemli gelişmeleri sitemizden aktarmaya çalışacağız. Kongrede sunulan KEYNOTE-204 çalışmasının sonuçlarına göre Pembrolizumab monoterapisinin Nüks/dirençli klasik Hodgkin lenfoma (kHL) hastalarında brentuksimab vedotin (BV) ile karşılaştırıldığında progresyonsuz sağkalımı (PFS) iyileştirdiği görüldü. Bu çalışmanın özetini sizler için derledik.
ASCO 2020 Sanal Kongrede sunulan KEYNOTE-204 çalışmasının
sonuçlarına göre Pembrolizumab monoterapisinin Nüks/dirençli klasik Hodgkin
lenfoma (kHL) hastalarında brentuksimab vedotin (BV) ile karşılaştırıldığında
progresyonsuz sağkalımı (PFS) iyileştirdiği görüldü.
KEYNOTE-204 (ClinicalTrials.gov: NCT02684292), otolog /
allojenik kök hücre nakli (KHN) sonrası tekrarlayan veya KHN için uygun olmayan
kHL hastalarında pembrolizumab ile BV’yi karşılaştıran randomize, açık
etiketli, faz 3 bir çalışmadır.
Hastalar 35 siklusa kadar pembrolizumab (200 mg IV Q3W) veya
BV (1.8 mg / kg IV Q3W) almak için randomize edildiler. Çalışmanın birincil
sonlanım noktaları, nakil sonrası klinik ve görüntüleme verilerinin kör, bağımsız
ve merkezi değerlendirmeyle yapılan progresyonsuz sağkalım (PFS) ve toplam
sağkalım (OS) idi.
İkincil sonlanım noktaları ise nakil sonrası klinik ve
görüntüleme verilerinin dışarıda bırakıldığı, toplam yanıt oranı (ORR) ve araştırmacı
incelemesi ile verilen PFS ve güvenlik verileri idi. Çalışma da ayrıca remisyon
süresi de verildi. Sunulan sonuçlar
çalışmanın ikinci ara analizinden alındı.
Kayıtlı 304 hastanın 300’ü tedavi edildi (148 pembrolizumab
ve 152 BV). Verilerin alındığı sırada ortanca takip 24.7 aydı (aralık 0.6-42.3
ay). Toplamda 256 hasta hastalık progresyonu nedeniyle tedaviyi bıraktı (%74
pembrolizumab ve %96 BV). Ortalama tedavi süresi pembrolizumab ile 305 gün
(1-814 gün) ve BV ile 146.5 gün (1-794 gün) idi. 2 yıllık tedaviyi tamamlayan
hastaların oranı pembrolizumab kolunda %16.9 ve BV kolunda %2.0 idi.
Çalışmanın birincil sonlanım noktası açısından bakıldığında,
Pembrolizumab, PFS’de BV ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı
iyileşme gösterdi (medyan, 13.2 vs 8.3 ay; [HR], 0.65;% 95 CI, 0.48-0.88; P =
.00271) ve 1 yıllık PFS oranları sırasıyla %53.9 ve %35.6 idi.
İkincil sonlanım noktaları açısından bakıldığında, sekonder PFS
pembrolizumab kolunda BV koluna göre daha uzundu (medyan 12.6 vs 8.2 ay; HR,
0.62;% 95 CI, 0.46-0.85). Benzer şekilde, araştırmacı tarafından
değerlendirilen PFS, yine pembrolizumab lehine idi (medyan, 19.2 vs 8.2 ay; HR,
0.49;% 95 CI, 0.36-0.67). Ancak, sonlanım noktaların istatistiksel anlam
açısından resmi olarak test edilmediğini de belirtmek gerekir.
Toplam yanıt oranları açısından bakıldığında ise pembrolizumab
grubunda yanıt oranı %65.6 iken, BV grubu için bu oran % 54.2 idi (P = .02).
Tam yanıt oranları her iki grup için benzerdi (pembrolizumab kolu için %24.5 ve
BV kolu için % 24.2). Medyan remisyon süresi pembrolizumab ile 20.7 ay ve BV
ile 13.8 aydı.
Güvenlik, her iki ajan için bilinen profillerle uyumlu idi. Grade
3-5 tedaviye bağlı advers olaylar pembrolizumab kolundaki hastaların %
19.6’sında ve BV kolundaki hastaların % 25.0’ında meydana gelmiştir. Pembrolizumab
kolunda tedavi ilişkili bir ölüm (pnömoni) meydana geldi.
Çalışmanın ilk araştırmacısı olan Dr Kuruvilla ASVO 2020’de
yaptığı açıklamada, “Pembrolizumab, otolog kök hücre nakli sonrası nüks gözlenen
veya tedaviye dirençli veya otolog kök hücre nakli için uygun olmayan Nüks/dirençli
klasik Hodgkin lenfoma hastalarının tedavisinde tercih edilen bir tedavi
seçeneği ve yeni tedavi standardı olarak düşünülmelidir” dedi.
Kaynak
1. Kuruvilla J, Ramchandren R, Santoro A, et al.
KEYNOTE-204: Randomized, open-label, phase III study of pembrolizumab (pembro)
versus brentuximab vedotin (BV) in relapsed or refractory classic Hodgkin
lymphoma (R/R cHL). Presented at: ASCO20 Virtual Scientific Program. J Clin
Oncol. 2020;38(suppl):abstr 8005.
Yeni tip corona virus infeksiyonu (covid 19) ile enfekte olan insan sayısı tüm dünyada 6.1 milyon kişiye ulaşırken, ölüm sayısı 370 bin oldu. Hematolojik kanserler olarak bilinen lenfoma, multiple myeloma ve lösemi hastalığına sahip kişilerde mevcut hastalıkların bağışıklık sistemini etkilemesi nedeniyle covid 19 infeksiyonundan etkilenme konusunda ister istemez bir endişe hakim. Bu yazımızda miyelom hastalarının covid 19 pandemisi döneminde bu endişe ile ilgili olarak sık sorduğu soruları özetlemeye çalıştık.
Hastalığımın henüz
tedavi gerektiren aşikar miyelom haline gelmediği ve “smoldering miyelom”
denilen öncü formu olduğu söylendiği için henüz bir tedavi almıyorum. Herhangi bir özel önlem almalı mıyım?
“Smoldering” terimi “için için yanan” anlamında
kullanılmaktadır. Bu durumda kişide henüz aşikar miyelom gelişmemiştir ve tüm
tedavi kriterlerini karşılamadığı için –klinik çalışma kapsamı hariç- rutin
pratikte herhangi bir tedavi verilmeden hasta izlenmektedir. Smoldering
miyelomlu kişilerin tamamen normal bağışıklığa sahip olup olmadığı veya aktif
miyelomda olduğu gibi bozulmuş olup olmadığı bilinmemektedir. Smoldering
miyelom hastalarının çoğunun iki uç arasında bir yerde olması muhtemeldir. Bu
nedenle, her bireyin sosyal mesafeyi ve iyi hijyen uygulamalarını takip
etmesini şiddetle tavsiye ederiz. Şu anda, belirli ek öneri yoktur. Ateş,
öksürük, vücut ağrıları, yorgunluk ve nefes darlığı gibi COVID-19
enfeksiyonunun yaygın semptomlarından biri mevcutsa, hemen doktorunuzu
aramalısınız.
Smoldering Miyelom için bir klinik araştırma kapsamında ilaç
tedavisi alıyor iseniz, tedaviyi sürdürme, geciktirme veya durdurma konusundaki
öneriler için doktorunuzla konuşmalısınız.
Beyaz kan hücresi /
nötrofil sayım düşük. Mevcut tedaviye ek olarak herhangi bir şey yapmam
gerekiyor mu?
Beyaz kan hücresi sayınızı desteklemek için büyüme
faktörleri (Neupogen, Neulasta) kullanıp kullanmayacağınızı ve bağışıklık
sisteminizi desteklemek için aylık olarak intravenöz immünoglobulin (IVIG,)
verilip verilmeyeceğini doktorunuzla görüşmenizi öneririz. Doktorunuz ayrıca
beyaz kan hücresi sayınız artıncaya kadar anti-biyotik ve anti-mantar ilaç
almanızı da önerebilir.
Normal immünoglobulin
/ antikor seviyelerim düşük. Mevcut tedaviye ek olarak herhangi bir şey yapmam
gerekiyor mu?
Özellikle daha öncesine ait sık infeksiyon öykünüz varsa, bağışıklık
sisteminizi desteklemek için aylık olarak intravenöz immünoglobulin (IVIG)
kullanmanız konusunda doktorunuzla görüşmenizi öneririz. Doktorunuz ayrıca
immünoglobulin / antikor seviyeleri normale dönene kadar yine anti-biyotik ve
mantar önleyici ilaç almayı önerebilir.
Enfeksiyonlara karşı
korunmak için her ay IVIG alıyorum. Bunun COVID-19 enfeksiyonunu daha da
kötüleştirebileceğini duydum. Bu doğru mu?
Şu anda, aylık koruyucu IVIG uygulamasının COVID-19 enfeksiyonu üzerinde olumlu veya
olumsuz herhangi bir etkisi olduğuna dair güvenilir bir kanıt yoktur. IVIG
tedavisine acil kriz geçene kadar devam edip etmeyeceğinize karar vermek için
miyelom tedavi ekibinizle konuşmalısınız.
COVID-19’u tedavi
etmek için klinik çalışmalarda birkaç ilaç olduğunu duydum. Bunlar için bir
reçete almalı ve enfeksiyon belirtileri olması durumunda bunları kullanmalı veya
kullanmak üzere evde saklamalıyım?
Mevcut bilgilerimiz dahilinde covid-19 tedavisinde birebir
etkinliği gösterilmiş bir tedavi yöntemi yoktur. Özellikle, yakın zamanda
Lancet Tıp Dergisinde hidroksikolorokin, klorakin ve bunların hastaneye
yatırılan Kovid-19 hastaları üzerindeki etkilerini gözlemleyen bir çalışma
yayınladı. Yetkililer, ilacın tek başına veya makrolid grubu antibiyotik ile
birlikte kullanıldığında, daha yüksek bir ölüm oranı beklendiğini bildirdiler.
Adını sıkça duyduğumuz remdesivir isimli ilacı ise ABD Sağlık Bakanlığı’na
bağlı Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sadece acil durumlarda ve ümitsiz koronavirüs
hastalarında kullanılmasını onayladı. Bu iki ilacın dışında da çok sayıda
ilacın klinik çalışması devam etmektedir ve henüz net bir veri elde
edilmemiştir. Şu an için bilinen gerçek ise, bu ilaçlardan herhangi birinin
COVID-19 enfeksiyonunu önleyebileceğine veya enfeksiyonu evde tedavi etmek için
kullanılabileceğine dair bilimsel bir kanıt olmadığıdır. Bu nedenle miyelom
tedavi ekibinize danışmadan bunlardan hiçbirini almamalısınız. Büyük olasılıkla
ekibiniz de bu ilaçları almamanızı tavsiye edecekdir.
Ateş durumunda
antibiyotik kullanmalı mıyım?
Anti-biyotikler bakteriyel enfeksiyonları tedavi eder;
COVID-19 gibi bir virüs üzerinde hiçbir etkisi olmayacaktır. Ek olarak, doktor
gözetiminde anti-biyotik almak, anti-biyotik dirençli bakterilerin gelişimini
teşvik eder. Bir enfeksiyon ve/veya ateş durumunuz olursa, doktorunuzun
rehberliği olmadan kendinizi evde tedavi etmek yerine tıbbi yardım almalısınız.
COVID-19 enfeksiyonu
durumunda “Steroid Olmayan Antienflamatuar İlaçlar” (NSAID’ler) almamam
gerektiğini duydum. Bu konudaki öneriniz nedir?
Miyelom hastalarında zaten bu ilaçların kullanılması böbrek
yetmezliği için artan risk nedeniyle önerilmez. COVID 19 durumundan bağımsız
olarak bu ilaçları hekiminiz ile görüşmeden almanızı önermiyoruz.
Miyelom tedavi planımın
bir parçası olarak steroid (prednizolon, deksametazon) alıyorum ve bunları
almamam gerektiğini duydum. Bu doğru mu?
Steroid tedavisinin covid 19 hastalarında hastanede yatış
süresi ve ölüm riskini artırması, ek enfeksiyon gelişimini kolaylaştırması
nedeni ile tedavinizde bazı düzenlemeler yapılabilir. Bununla birlikte, steroidler
çoğu miyelom tedavisinin önemli bir parçasıdır, bu nedenle miyelom tedavi
ekibinizle devam etmenin riskleri ve yararları hakkında konuşmalısınız.
Zona profilaksisi
için asiklovir veya valasiklovir kullanıyorum. Bu COVID-19 enfeksiyonunu
önlemeye yardımcı olur mu?
Hayır. Güncel veriler ışığında, asiklovir veya valasiklovir
kullanımının COVID-19 üzerinde herhangi bir etkisi olduğuna dair bir kanıt
yoktur. Öncelikli olarak sosyal mesafe ve iyi hijyen kurallarına uymalısınız.
Soğuk algınlığı /
grip mevsiminde başka ilaç almam gerekir mi?
Multipl miyelom için onaylanmış ilaçların çoğu ek enfeksiyon
gelişimini artıran ilaçlardır. Bu nedenle, bu enfeksiyonlara karşı korunmak
için profilaktik anti-mikrobiyal ilaç kullanmanız gerekirir. Proteazom
inhibitörü (Velcade, Kyprolis, Ninlaro) tedavisi görüyorsanız, zona hastalığını
önlemek amacı ile anti-viral ilaç önerilmektedir. Anti-CD38 ajanları (Darzalex,
Sarclisa) için, zona hastalığını önlemek ve test yapıldığında Hepatit B
virüsüne maruz kalma olasılığınız varsa anti-viral ilaç kullanmanız
önerilecektir. Yüksek doz steroidlere uzun süre maruz kalan hastalarda
(Pneumocystis jirovecii adlı bir organizmanın neden olduğu bir pnömoniyi
önlemek için koruyucu ilaç verilmesi konusunda doktorunuzla görüşmelisiniz. Şu
anda COVID-19’a özgü başka ilaç önerilmemektedir.
Geçen yıl otolog kök hücre nakli oldum. Mevcut tedaviye ek olarak herhangi bir şey yapmam gerekiyor mu?
Hayır. Hekiminizin önerisi ile Zona hastalığını önlemek için
koruyucu anti-viral ilaç kullanmalısınız. Her ne kadar allojenik nakildeki
kadar keskin kurallar olmamakla birikte otolog nakilde de nakil olduğunuz
merkezin mevcut aşılama programına uymalısınız. Şu anda COVID-19’a özgü başka
ilaç önerilmemektedir.
Hastalığım için kök hücre toplanması ve / veya otolog kök hücre nakli planlandı. COVID-19 salgını bunu etkiler mi?
Transplantasyonda önde gelen tıbbi organizasyonlar [Amerikan
Transplantasyon ve Hücresel Terapi Derneği (ASTCT), Avrupa Kemik İliği Nakli Derneği,
Mayo Kliniği gibi] uygulanacak algoritmalar ile ilgili önerilerini
tavsiyelerini gerek kendi sitelerinde gerekse bilimsel yayınlarda yayınladı. Bu
öneriler bazı detaylarda farklı olmakla birlikte, sizi takip eden hekimleriniz
bu önerileri kendi tecrübeleri ile harmanlayarak gerekli önerileri yapacaktır.
Bu rehberler ışığındaki önerilerimizi şöyle sıralayabiliriz:
1. Remisyonda iseniz ve kök hücre toplanması ve nakli
“konsolidasyon” yani pekiştirme tedavisi için programlanmışsa, acil kriz geçene
kadar her ikisini de geciktirme konusunda doktorunuzla görüşmenizi öneririz.
2. Kök hücre mobilizasyonu dediğimiz kemik iliğindeki kök
hücrelerin kana geçirilmesi sürecine (kemoterapi ve / veya büyüme faktörleri)
daha önce başladıysanız, toplamanın devam edip etmeyeceğini doktorunuzla
tartışmalısınız
3. Kök hücreleriniz toplansa bile, nakil işleminin
geciktirilmesini ya da geciktirilmemesini tartışmalısınız. Eğer geciktirilme
kararı verilirse nakil için doğru fırsatı beklerken doktorunuz ayaktan
kemoterapiye geri dönmenizi önerebilir.
4. Doktorunuz nükseden hastalığın tedavisi için otolog kök
hücre nakli önerdiyse, devam edip etmemeniz konusunda yinebir görüşme
yapmalısınız. Alternatif tedaviler olabilir, ancak doktorunuz otolog nakli en
iyi seçenek olarak düşünüyorsa, şu anda devam etmenin risklerini ve faydalarını
gecikmeye karşı tartmalısınız.
5. Bu konuları özellikle sizi tedavi eden ve bu nedenle
hastalık durumunuzu en iyi bilen tedavi ekibinizle yapmak en uygun davranış
olacaktır.
Prof. Dr. H. İsmail
SARI
İç Hastalıkları ve
Hematoloji Uzmanı
Kaynaklar
1. Terpos E et al. Management of patients with multiple
myeloma in the era of COVID-19 pandemic: a consensus paper from the European
Myeloma Network (EMN). Leukemia 2020:1-12.
2. Malard F, Mohty M. Management of patients with multiple
myeloma during the COVID-19 pandemic. Lancet Haematol 2020:435-437.
3. Al Saleh AS, Sher T, Gertz MA. Multiple Myeloma in the
Time of COVID-19. Acta Haematol 2020:1-7.
4. Per Ljungman et al. The Challenge of COVID-19 and
Hematopoietic Cell Transplantation; EBMT Recommendations for Management of
Hematopoietic Cell Transplant Recipients, Their Donors, and Patients Undergoing
CAR T-cell Therapy. Bone Marrow Transplant 2020:1-6.
Multipl miyelom, kemik iliğinde yapılan plazma hücreleri adı verilen hücrelerde ortaya çıkan bir kanser türüdür. Plazma hücreleri, bağışıklık sisteminde önemli bir rol oynar ve yabancı mikroplarla savaşmak için gerekli antikorları üretir. Plazma hücreleri anormalleşerek kanser hücresi haline geldiklerinde ve kontrol dışına çıktıklarında, bu hastalığa multipl miyelom adı verilir (Resim 1).
Miyelom hastalığı bulunan hastalarımız ve yakınlarının en sık sorduğu sorulardan bir tanesi hastalığın kaçıncı evresinde oldukları ve bu hastalıkta evreleme işleminin nasıl yapıldığı konusudur.
Bugün
için miyelom hastalığında bilinen 3 evreleme sistemi vardır. Bunlar
Durie-Salmon
Evreleme Sistemi
Uluslararası
Evreleme Sistemi (International Staging System=ISS)
Revize
edilmiş Uluslararası Evreleme Sistemi (Revised International Staging
System=R-ISS)
DURIE – SALMON EVRELEME
SİSTEMİ
Kan değerimizi gösteren “hemoglobin düzeyi”, hastalığın
kemiklere verdiği hasar nedeniyle yükselen “kalsiyum seviyesi”, miyelom
hücrelerinin ürettiği “anormal proteinlerin kandaki ve idrardaki miktarı”,
kemik lezyonlarının ve kemik erimesinin olup olmaması ve böbrek
fonksiyonlarının bir göstergesi olan “kreatinin düzeyi” evreleme için
gereklidir.
Evre
1
Aşağıda sayılan tüm kriterlerin hastada
olması gerekir:
Kan
düzeyini gösteren hemoglobin seviyesi 10.5 g/dL’nin üstündedir.
Kemik
hasarına bağlı olarak yükselen kandaki kalsiyum düzeyi normal sınırlar
içerisindedir.
Kemik
filmlerinde tek bir kemik hasarı görülür veya hiç görülmez.
Miyelom
hücrelerinin ürettiği anormal proteinler olan immungolulin G (IgG immungolulin A
(IgA) antikorlarının kandaki immungolulin G (IgG) için 5 g/dL ve immungolulin A
(IgA) için 3 g/dL’nin altındadır.
Bence-Jones
proteini olarak adlandırılan idrarda saptanan anormal proteinlerin idrardan 24
saatlik atılımının 4 g/dL’nin altındadır.
Başka bir ifade ile
“hastalığın tümör yükü düşüktür”
Evre 2
Evre 1 ve
3’e uymayan kriterler Evre 2 olarak evrelendirilir.
Başka bir ifade ile
“hastalığın tümör yükü orta derecededir”
Evre 3
Aşağıda sayılan kriterlerden en az bir
tanesinin hastada olması gerekir:
Kan
düzeyini gösteren hemoglobin seviyesi 8.5 g/dL veya altındadır.
Kandaki
kalsiyum düzeyi 12 mg/dL’nin üzerindedir.
Kemik filmlerinde üç veya daha fazla alanda
kemik hasarı saptanır.
Miyelom
hücrelerinin ürettiği anormal proteinler olan immungolulin G (IgG immungolulin
A (IgA) antikorlarının kandaki immungolulin G (IgG) için 7 g/dL ve immungolulin
A (IgA) için 5 g/dL’nin üstündedir.
Bence-Jones
proteini olarak adlandırılan idrarda saptanan anormal proteinlerin idrardan 24
saatlik atılımının 12 g/dL’nin üstündedir.
Başka bir ifade ile “hastalığın tümör yükü yüksektir”
Böbrek
fonksiyonlarını gösteren kan kreatinin düzeyi 2 mg/dL’nin altında ise evrenin
yanına A harfi, 2 mg/dL’nin üstünde ise evrenin yanına B harfi eklenir.
Durie –
Salmon Evreleme sistemine bir örnek verelim:
Soru
73 yaşında
erkek hastaya tetkikler neticesinde multipl miyelom tanısı konulmuş. Miyelom
hücrerinin ürettiği anormal IgG yapısındaki antikorların miktarı 4.3 g/dL, Hb
düzeyi 10.8 g/dL, kan kalsiyum düzeyi 9.2 mg/dL, idrardaki bence – jones
protein miktarı 24 saatte 3.4 g/dL saptanmış ve kemik grafilerinde herhangi bir
kemik hasarı bulunmamıştır. Kreatinin düzeyi 1.6 mg/dL olan hastanın evresi
kaçtır.
Yanıt
Evre 1’e ait tüm kriterlerin olması ve kreatinin düzeyinin 2 mg/dL altında olması nedeni ile bu hastanın evresi Evre 1’dir.
Öte yandan Durie – Salmon evreleme sisteminin artık kullanılmadığını, şu an için uluslararası evreleme sistemi ve bunun revize edilmiş halinin daha çok kullanıldığını da belirtmemiz gerekir.
ULUSLARARASI EVRELEME
SİSTEMİ
Uluslarası evreleme sistemindeki evrelemede hastalığın
tümör yükünü gösteren iki biyokimyasal parametreden yararlanılır. Bunlar beta-2
mikroglobulin ve albumindir.
Evre
1
Beta-2 mikroglobulin 3.5 mg/dL’nin
altındadır.
Albumin düzeyi 3.5 g/dL’nin üstündedir.
Başka bir ifade ile
“hastalığın tümör yükü düşüktür”
Evre
2
Evre 1 ve
3’e uymayan değerler Evre 2 olarak evrelendirilir.
Başka bir ifade ile
“hastalığın tümör yükü orta derecededir”
Evre
3
Beta-2 mikroglobulin 5.5 mg/dL’nin
üstündedir.
Başka bir ifade ile “hastalığın tümör yükü yüksektir”
REVİZE
EDİLMİŞ ULUSLARARASI EVRELEME SİSTEMİ
Bu evreleme sisteminde uluslararası evreleme
sistemine ek olarak hastalığın genetik risk faktörleri ve kandaki tümör yükünü
gösteren diğer bir gösterge olan LDH düzeyi ilave edilmiştir.
Evre
1
Beta-2 mikroglobulin 3.5 mg/dL’nin
altındadır.
Albumin düzeyi 3.5 g/dL’nin üstündedir.
Serum LDH düzeyi laboratuvarın normal
değerleri arasındadır.
Ya yüksek risk olarak tarif edilen genetik
bozukluklar dışında genetik bozukluklar mevcuttur ya da hiç genetik bozukluk
saptanmamıştır.
Evre 2
Evre 1 ve
3’e uymayan kriterler Evre 2 olarak evrelendirilir.
Evre
3
Beta-2 mikroglobulin 5.5 mg/dL’nin
üstündedir.
Serum LDH düzeyi normalden yüksektir.
Yüksek risk olarak tarif edilen genetik
bozukluklar mevcuttur.
Hastalığın
evresinin tedaviye başlama ve hangi tedavinin seçileceği konusunda bir etkisi
var mıdır?
Multipl miyelom daha önceki yazılarımızda da
belirttiğimiz gibi yavaş seyirli ve sinsi bir hastalıktır. Hastalığın henüz
multipl miyelom haline gelmemiş hali MGUS (İngilizce “Monoklonal Gammapati of
Unknown Significance” isminin baş harflerinin kısaltılmış hali) olarak bilinen ve
Türkçeye “Anlamı Bilinmeyen Monoklonal Gammapati” olarak çevrilen durumdur. Bu
aşamada plazma hücreleri normal halinden kanserli hücre aşamasına dönmüş ama hem
kemik iliğindeki oranı %10’un altında hem de ürettikleri proteinler miyelomun
etkilerini oluşturacak kadar fazla değildir. Bu durum genellikle ilerleyicidir
ve hastalar miyelom formuna dönüşür.
Miyelom hastalığına dönüştükten sonraki ilk
hali smoldering miyelom (smoldering İngilizcede “için için yanan” demektir) yani
henüz multipl miyeloma ait semptomların görülmediği (asemptomatik) formudur. Bu
aşamada miyelom hücrelerinin kemik iliğindeki oranı 10 – 59 arasında
değişmektedir. Bu hücrelerin ürettiği anormal proteinler kanda 3 g/dL’nin
üstündedir. İdrarda 24 saatlik anormal protein miktarı 500 mg/dL’nin
üstündedir. Fakat görüntüleme yöntemlerinde herhangi bir kemik hasarı yoktur ve
miyeloma ait organ hasarını gösterecek laboratuvar değerleri tedavi
gerektirecek aşamaya gelmemiştir.
Son aşama semptomatik multipl miyelom
dediğimiz aşamadır. Kemik iliğinde miyelom hücresi oranı %10’un üzerinde veya
kemik iliği dışında biyopsi ile tanı konmuş “Plazmositom” adını verdiğimiz
miyelom hücrelerinin oluşturduğu bir tümöral kitle mevcuttur. Bunlara ilaveten
aşağıda belirtilen kriterlerden bir tanesinin olması hastalığın semptomatik
miyelom olduğunu ve tedavi edilmesi gerektiğini gösterir. Bu kriterler:
Kemik hasarının laboratuvar göstergesi olan kan
kalsiyum seviyesinin 11 g/dL üzerinde olması
Böbrek fonksiyonlarını gösteren kreatinin
seviyesinin 2 mg/dL üzerinde olması
Kan değerimizi gösteren hemoglobin
seviyesinin 10 g/dL atında olması
Görüntüleme yöntemlerinde bir veya daha fazla
kemik hasarının gösterilmesi
Miyelom hücre oranının kemik iliğinde %60
veya üzerinde olması
Anormal proteinlerin “hafif zincir kısmı”
olarak tarif edilen kappa ve lammbda protein oranının 100 ve üzerinde olması
MR görüntülemesinde 5 mm’den büyük 2 veya
daha fazla kemik hasarının gösterilmesidir.
Hastada, sayılan bu kriterler var ise tedavi
geciktirilmeden başlanmalıdır. Bu kriterler incelendiğinde hastalık evresinin kriterler
içinde yer almadığı görülebilir. Bununla birlikte Durie – Salmon evrelemesinin
3. Aşamasında bulunan hastaların büyük çoğunluğunun da tedavi edilme
kriterlerini karşıladığı görülecektir.
Hastalık evresinin seçilecek tedavi üzerine birebir etkisi olmadığı düşünülebilir. Fakat özellikle revize edilmiş uluslararası evreleme sistemine eklenen genetik bozuklukların niteliği ve hastalığın tümör yükü hem tedaviyi hem de hastalığın gidişatını doğrudan etkilemektedir.
Prof.
Dr. H. İsmail Sarı
İç
Hastalıkları ve Hematoloji Uzmanı
Kaynaklar
Brigle K, Rogers B. Pathobiology and
Diagnosis of Multiple Myeloma. Semin Oncol Nurs 2017;33(3):225-236.
Krishnan A. How to Think About Risk in
Myeloma. Clin Lymphoma Myeloma Leuk 2016;16 Suppl:S135-8.
Rajkumar SV. Updated Diagnostic Criteria and
Staging System for Multiple Myeloma. Am Soc Clin Oncol Educ Book
2016;35:e418-23.
İngilizce “White Blood Cell” (Beyaz kan hücresi) ya da kısaltılmış hali ile “WBC” diye yazılan, tıp dilinde “lökosit” olarak tarif edilen ve halk dilinde ise “akyuvar” ya da “beyaz küre” olarak isimlendirilen hücreler vücudu çeşitli mikroplardan ve zararlı toksinlerden koruyan vücuttaki savunma sistemimizin savaşçı hücreleridir. Beyaz kürelerin en yüksek sayıdan en düşük sayıya göre sıralayacak olursak 5 alt tipi bulunmaktadır. Bunlar 1) Nötrofil 2) Lenfosit 3) Monosit 4) Eozinofil 5) Bazofil’dir (Resim 1).
Beyaz küre ne işe yarar?
Bağışıklık sistemimizin hücreleri olan beyaz küreler virüs, bakteri ya da diğer zararlı toksinlere karşı sürekli savaş halindedir ve bu şekilde sağlığımızı tehdit eden yabancı istilalara karşı bizi korurlar (Resim 2).
Beyaz küre değerleri (sayısı) kaç
olmalıdır?
Refereans
aralıkları laboratuvarlara göre değişmekle birlikte bir milimetreküp kanda
yaklaşık 4 bin – 10 bin arasında olmalıdır.
Beyaz küre yüksekliği neden olur?
Sağlıklı
bir insanın 1 mm3 kanında 4 bin ile 10 bin arasında lökosit
bulunur. Tam kan sayımı tetkiki yapılan
bir yetişkinde laboratuvar kâğıdında gösterilen “WBC değerinin mm3’de
10 binden yüksek olması” vücutta beyaz kürelerin yüksek olduğuna
işarettir, tıp dilinde “lökositoz” olarak adlandırılır.
Lökositoz
nedenleri lökosit dediğimiz hücrelerin alt tipleri olan hücrelerin (nötrofil,
eozinofil, bazofil, monosit, lenfosit) yüksekliğine göre değişir. Bununla
birlikte ilk akla gelen nedenleri şöyle sıralayabiliriz:
•
İnfeksiyonlar: Her türlü virüs, bakteri, mantar ve parazit infeksiyonları beyaz
küre yüksekliğine neden olabilir. Buradaki önemli husus, beyaz küre
yüksekliğinin infeksiyona bağlı olduğunu düşünmek için mutlaka bir infeksiyon
nedenli iltihap kaynağı (boğaz infeksiyonu, akciğer infeksiyonu, idrar yolu
infeksiyonu, yumuşak doku infeksiyonu gibi) olmalıdır. İnfeksiyon kaynağı
olmadan görülen beyaz küre yüksekliğinde gereksiz antibiyotik kullanılması hem
antibiyotik direnci gelişmesine hem de hastanın tanısının gecikmesine neden
olur.
•
İnfeksiyon dışı iltihap (inflamasyon) yapan durumlar: Romatizmal hastalıklar,
organ kanserleri, iltihabi bağırsak hastalıkları, infeksiyon dışı deri
iltihapları (dermatit)
•
Dalağın herhangi bir neden sonucu ameliyatla alınması (splenektomi): Aslında
her türlü ameliyat sonrası beyaz küre yüksekliği görülebilir. Dalak ameliyatı
sonrası bu daha belirgin olarak gözükür ve daha uzun sürebilir.
•
Lösemi dışı kemik iliğinin aşırı üretimi ile giden hastalıklar: Bu hastalıklar
tıp dilinde “myeloproliferatif hastalıklar” olarak bilinirler.
•
Kalp krizi
•
Anksiyete ve stres durumları
•
İlaçlar: İster tek doz kullanılsın, ister sürekli olarak kullanılsın çoğu ilaç
beyaz küreleri yükseltebilir. Beyaz küre yüksekliği nedeni ile hekime
başvurduğunuzda mutlaka kullandığınız ilaçları belirtin.
•
“Hemoliz” olarak bilinen kan parçalanması hastalıkları:
•
Hormon bozuklukları
•
Alerjik hastalıklar
Yukarıda
açıklandığı gibi beyaz küre yüksekliğinin infeksiyon dışında birçok nedeni
bulunmaktadır. Tam kan sayımında beyaz küre yüksekliği olan bir hasta paniğe
kapılmadan ilgili hekime başvurmalı ve bu laboratuvar bulgusunun nedenleri
açısından araştırılmalıdır.
Beyaz küre düşüklüğü neden olur?
Hastaların
çoğunun tam kan sayımı tetkikinde gördüğü WBC değeri düşüklüğü, beyaz küre
düşüklüğüne işaret eder ve tıp dilinde bu duruma lökopeni adı verilir. Şu durum
ve hastalıklarda lökopeni oluşabilmektedir:
• Nezle, grip dahil virüslerin yol açtığı
hastalıklar
• Doğuştan kemik iliği yapımının bozuk
olduğu hastalıklar
• Kemik iliğini işgal eden kanserler
• Tıp dilinde “otoimmün” olarak ifade
ettiğimiz, vücudun bağışıklık sisteminin bu hücreleri ve kemik iliğini harap
ettiği durumlar
• Şiddetli ve bakterilerin yol açtığı
infeksiyonlar
• İlaçlar (Hemen her ilaç beyaz küreleri
düşürebilir).
• Vücutta “infeksiyon dışı iltihap” yapan
durumlar
• Romatizmal hastalıklar (Lupus, Romatoid
artrit gibi)
• Beslenme bozuklukları
• Vitamin eksiklikleri
• Radyasyon tedavisi
• Verem (Tüberküloz)
Tam
kan sayımında WBC değeri düşük olan bir hastanın öncelikle panik yapmaması, bu
laboratuvar değerinin lösemi dışında birçok hastalığın bulgusu olabileceğini
bilmesi ve ilgili hekim ya da hekimlerle işbirliği yaparak tüm bu hastalıklar
açısından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Beyaz küre yüksekliği ve düşüklüğü lösemi
belirtisi mi?
Lösemilerde
beyaz küre yüksekliği veya tam tersine düşüklüğü izlenebilir. Fakat beyaz küre
yüksekliği veya düşüklüğü tesbit edilen hastalarda tek neden lösemi değildir.
Lösemi dışında da daha önce belirttiğimiz birçok hastalık beyaz kürelerde
düşüklüğe veya yüksekliğe neden olabilir. Hemen hemen tüm lösemi çeşitlerinde
sadece beyaz küre düşüklüğü veya yüksekliği tek laboratuvar bulgusu değildir.
Çoğu lösemi de bunlara ilaveten pıhtılaşma hücrelerinin sayısında ve hemoglobin
dediğimiz kan miktarında da birlikte düşüklük veya yükseklik görülebilir.
Beyaz küre normal, düşük veya yüksek
iken CRP değerinin yüksek olması ne anlama gelir?
CRP
karaciğer tarafından üretilen ve inflamasyon dediğimiz yangı veya iltihap
durumunda yüksekliği tesbit edilen bir proteindir. Her türlü infeksiyon
durumunda, romatizmal hastalıklarda, kronik bağırsak hastalıklarında, kalp
krizinde ve kanserlerde yükselebilir. Özellikle beyaz küre yüksekliği ile
birlikte yüksek bulunması öncelikle infeksiyon durumunu akla getirir.
Beyaz küre ve lenfosit yüksekliği hangi
durumlarda görülür?
Beyaz
küre ve lenfosit yüksekliği daha çok virüslere bağlı oluşan infeksiyonlarda
meydana gelir. Bu nedenle üst solunum yolu infeksiyonu olarak tarif edilen her
türlü nezle ve grip durumunda bu değişiklikler izlenebilir. Bunların dışında
bazı romatimal hastalıklarda, dalağın ameliyatla çıkarılması durumunda, ilaçlar
bağlı ve bazı lösemi tiplerinde yükseklik görülebilir.
Beyaz küre ve trombosit düşüklüğü hangi
durumlarda görülür?
Beyaz
küre ve trombosit düşüklüğünün en sık nedenlerinden bir tanesi üst solunum yolu
infeksiyonu olarak tarif edilen nezle ve grip durumudur. Bunların dışında çoğu
virüslere bağlı infeksiyonlar bu düşüklüğe neden olabilir. Beyaz küre ve
trombosit düşüklüğüne hemoglobin dediğimiz kan miktarının düşüklüğü eşlik
ediyorsa neden daha önemli olabilir. Olası tüm kemik iliği tembellikleri,
lösemiler ve diğer kan hastalıkları açısından araştırılması gerekir.
Beyaz küre ve trombosit yüksekliği hangi
durumlarda görülür?
Beyaz
küre ve trombosit yüksekliğinin en sık nedeni vücutta oluşan bir infeksiyon ve
iltihap durumudur. Özellikle bakteri adını verdiğimiz mikroorganizmalarla
oluşan infeksiyonlar (zatüre, idrar yolu infeksiyonu gibi) hem beyaz küreleri
hem de trombosit dediğimiz pıhtılaşma hücreleri artırabilir. Bunların dışında
kronik lösemilerden kronik myeloid lösemide, lösemi dışı kemik iliğin aşırı
çoğalması ile karakterize myeloproliferatif hastalıklarda, bazı romatizmal
hastalıklarda, hemoliz adını verdiğimiz kan parçalanması ile giden durumlarda,
dalağın ameliyatla alınması durumunda, bazı cerrahi operasyonlar sonrasında,
bazı alerjik hastalıklarda bu durum görülebilir.
Beyaz küre yüksekliği belirtileri
nelerdir?
Yine
belirtmek gerekir ki beyaz küre düşüklüğü bir hastalık değil laboratuvar
bulgusudur. Beyaz küre yüksekliğinde izlenecek yol aynı beyaz küre düşüklüğünde
olduğu gibi beyaz küre yüksekliğine neden olan hastalıkları gözden geçirmektir.
Yazının başında belirttiğimiz gibi infeksiyonlar, infeksiyon dışı iltihap yapan
durumlar, dalağın herhangi bir neden sonucu ameliyatla alınması, lösemiler,
lösemi dışı kemik iliğinin aşırı üretimi ile giden hastalıklar, kalp krizi,
anksiyete ve stres durumları, ilaçlar, hemoliz olarak bilinen kan parçalanması
hastalıkları, hormon bozuklukları, alerjik hastalıklar beyaz küre yüksekliğine
neden olabilir.
Bütün
bu nedenler arasında beyaz küre yüksekliğinin de en sık belirtisi infeksiyon
bulguları olarak sayabileceğimiz ateş, üşüme – titreme, öksürük, boğaz ağrısı,
geni akıntısı, balgam, idrar yaparken yanma, ishal, karın ağrısıdır. sık
infeksiyona yakalanma olarak söylenebilir. Cilt ve yumuşak dokudaki iltihap
belirtileri açısından dikkatli olmak gerekebilir. kilo kaybı, gece terlemesi,
vücut ve kemik ağrıları, eklem ağrıları, beyaz küreler ile birlikte pıhtılaşma
hücrelerinin ve alyuvarların düşmesine neden olan hastalıklarda halsizlik,
yorgunluk, vücutta morarma ve kanama izlenebilir.
Beyaz küre düşüklüğü belirtileri
nelerdir?
Öncelikle
belirtmek gerekir ki beyaz küre düşüklüğü bir hastalık değil laboratuvar
bulgusudur. Beyaz küre düşüklüğünde izlenecek yol beyaz küre düşüklüğüne neden
olan hastalıkları gözden geçirmektir. Daha önce belirttiğimiz gibi nezle, grip
dahil virüslerin yol açtığı hastalıklar, doğuştan kemik iliği yapımının bozuk
olduğu hastalıklar, kemik iliğini işgal eden kanserler, tıp dilinde “otoimmün”
olarak ifade ettiğimiz, vücudun bağışıklık sisteminin bu hücreleri ve kemik
iliğini harap ettiği durumlar, şiddetli ve bakterilerin yol açtığı
infeksiyonlar, ilaçlar, vücutta “infeksiyon dışı iltihap” yapan durumlar, kemik
iliği yetmezlikleri (Aplastik anemi, myelodisplastik sendrom), kemoterapiler,
AIDS hastalığına yol açan HIV virüsü, ileri derecede dalak büyüklüğü, lösemiler,
romatizmal hastalıklar (Lupus, Romatoid artrit gibi), beslenme bozuklukları,
vitamin eksiklikleri, radyasyon tedavisi ve verem (Tüberküloz) beyaz küre
düşüklüğüne neden olur.
Bütün
bu nedenler arasında beyaz küre düşüklüğünün en sık belirtisi sık infeksiyona
yakalanma olarak söylenebilir. Bunun dışında altta yatan nedene bağlı olarak
ateş, kilo kaybı, gece terlemesi, vücut ve kemik ağrıları, eklem ağrıları,
beyaz küreler ile birlikte pıhtılaşma hücrelerinin ve alyuvarların düşmesine
neden olan hastalıklarda halsizlik, yorgunluk, vücutta morarma ve kanama
izlenebilir.
Beyaz küre değeri nasıl yükseltilir? Beyaz
küre düşüklüğü tedavisi nedir? Beyaz küre düşüklüğüne ne iyi gelir?
Beyaz
küre nasıl yükseltilir sorusuna yanıt verebilmek için öncelikle beyaz küre
düşüklüğüne hangi durum veya hastalığın yol açtığını saptamak gerekir. Nezle,
grip dahil virüslerin yol açtığı hastalıklarda hastalık iyileştikten sonra
beyaz küre sayısı kendiliğinden normale gelir. Doğuştan kemik iliği yapımının
bozuk olduğu hastalıklarda kök hücreleri uyarıcı ilaç tedavisi veya kök hücre
nakli tedavi seçenekleri arasında yer alır. Kemik iliğini işgal eden organ
kanserleri veya lösemilerde o hastalığa yönelik kemoterapi, hedef tedaviler,
akılllı ilaçlar veya immünoterapi kullanılabilir. Tıp dilinde “otoimmün” olarak
ifade ettiğimiz, vücudun bağışıklık sisteminin bu hücreleri ve kemik iliğini
harap ettiği ve sayısını azalttığı otoimmün hastalıklarda bağışıklık sistemini
baskılayan ilaçlar kullanılır. Bakterilerin yol açtığı infeksiyonlarda uygun
antibiyotik kullanımı ile infeksiyonun düzeltilmesi değerleri normale getirir.
İlaca bağlı beyaz küre düşüklüğünde bu duruma neden olan ilacın geçici ya da
kalıcı olarak kesilmesi değerlerin normale gelmesini sağlar. Kemik iliği
yetmezliklerinde bağışıklık sistemini baskılayıcı ve kemik iliğini uyaran
ilaçların kullanımı ve kök hücre nakli sayılabilecek tedavi seçenekleridir. Dalak
büyümesine bağlı beyaz kürelerin dalak içinde göllenmesine bağlı düşmesi bazen
dalağın alınması ile düzelebilir. İnternette çok sayıda beyaz küreyi
yükseltecek bitkisel tedaviler yazılı olmakla birlikte bilimsel olarak
kanıtlanmış bir yiyecek, gıda takviyesi veya beslenme yöntemi bulunmamaktadır.
Beyaz küre yüksekliği nasıl düşürülür?
Beyaz küre yüksekliği tedavisi nedir? Beyaz küre yüksekliğine ne iyi gelir?
Aynı
beyaz küre düşüklüğü nasıl yükseltilir sorusunda olduğu gibi, beyaz küre
yüksekkliğinin nasıl düşürüleceği sorusuna yanıt verebilmek için beyaz küre
yüksekliğine hangi durum veya hastalığın yol açtığını saptamak gerekir. Eğer
beyaz küre yüksekliğinin sebebi bir iltihap yani vücuttaki herhangi bir yerde
oluşan infeksiyon (zatüre, idrar yolu infeksiyonu gibi) ise uygun antibiyotik
tedavisi ile düşürülebilir. İlaçlara bağlı bir yükseklik ise çoğunlukla ilacın
kesilmesine bağlı normale gelecektir. Sigaraya bağlı olduğu düşünülürse
sigaranın bırakılmasından yaklaşık 6 ay – 2 sene içinde değerler normale gelir.
Romatizmal bir hastalığa bağlı ise uygun romatizmalar ilaçlar ile romatizma
kontrol altına alınırsa beyaz küreler de normal değerlerine gelir. Eğer beyaz
küre yüksekliğinin nedeni hematolojik bir hastalık veya kanser ise (lösemi,
lenfoma, miyeloma, myeloproliferatif hastalıklar) bu hastalıklara özel
kemoterapi yada akıllı ilaçlarla hastalık kontrol altına alınarak beyaz küreler
normale getirilebilir. Anksiyete ve stres durumuna bağlı beyaz küre
yüksekliğinde mümkün olduğu kadar stresten uzaklaşılmalı ve uygun tedaviler
psikiyatristler tarafından başlanmalıdır. Kalp krizi durumunda kriz tedavi
edilip iyileştikten sonra beyaz küreler belirli bir zaman dilimi içinde normale
döner. İnternette çok sayıda beyaz küreyi düşürecek bitkisel tedaviler yazılı
olmakla birlikte bilimsel olarak kanıtlanmış bir yiyecek, gıda takviyesi veya
beslenme yöntemi bulunmamaktadır.
Beyaz küre iğnesi nedir?
Beyaz
küre iğnesi kemik iliğindeki kök hücrelerin çoğalmasını ve olgunlaşarak kemik
iliğinden kana geçişini artıran bir tedavidir. Tıbbi ismi “Granulosit Koloni
Stimule Edici Faktör” (G-CSF) olarak bilinir. Beyaz küreleri geçici olarak
yükseltmeyi sağlar. Kanser hastalarında kemoterapi sonrası düşen beyaz
kürelerin hızlıca yükseltilmesinde kullanılabileceği gibi, kök hücre verecek
kişilerde kök hücrelerin kemik iliğinden kana geçişini sağlayarak rahatlıkla
kandan kök hücre toplanabilmesi için de kullanılır. Bu nedenle “Kök Hücre
Aşısı” olarak da bilinir.
Beyaz küre – kanser bağlantısı var
mıdır?
Beyaz küre düşüklüğü ve yüksekliği ile kanser oluşumu arasında direkt bir bağlantı veya ilişki bulunmamaktadır. Fakat hematolojik kanserler dediğimiz lösemi, lenfoma ve miyelom hastalığında ve bazı organ kanserlerinde beyaz küre düşüklüğü veye yüksekliği görülebilir.
Beyaz küre değerleri yaşa göre değişir
mi? Yenidoğanda beyaz küre sayısı nasıldır?
Beyaz
küre değerleri yaşa göre değişir. Özellikle hayatın ilk yıllarında normale göre
biraz yükselmekle birlikte 18 yaşından sonra genellikle bir mm3
kanda 4 bin-10 bin arasında seyreder. Doğumdan sonra ilk haftalarda yenidoğan
bebeklerde beyaz küre sayısı ve beyaz küre alt tip hücresi olan lenfosit sayısı
yüksektir. Beş – altı yaşlarında beyaz küre sayısı normale dönerken lenfosit
oranı düşer ve nötrofil dediğimiz hücreler en fazla sayıda olur.
Beyaz küre yüksekliği veya düşüklüğü hamilelikte
farklılık gösterir mi?
Gebelikte
beyaz küre sayısı genelde normal olmakla birlikte herhangi bir infeksiyon
olmadan yüksek de bulunabilir. Genelde bir mm3 kanda 13.000 – 15.000
civarında seyredebilir. Bu durumda mutlaka bu duruma herhangi bir infeksiyonun
eşlik edip etmediği beyaz kürelerdeki bu artışın herhangi bir kan hastalığına
bağlı olup olmadığı incelenmelidir. Doğum sırası ve sonrasında bu artış daha
fazla olabilir. Doğumdan sonraki ilk 2 hafta içinde genellikle normale döner.
Referanslar
1. Martin S. Blumenreich. The White
Blood Cell and Differential Count. Clinical Methods: The History, Physical, and
Laboratory Examinations. 3rd edition.
Lenf bezlerindeki şişlik halk arasında ilk olarak lenfomayı akla getiriyor. Ancak boyunda veya vücudun her hangi bir yerinde lenf bezlerinde yaşanan şişliğin büyük bir çoğunluğu kanser dışı nedenlerden meydana geliyor. Yine de bu tür şişliklerde zaman kaybetmeden doktora başvurmak hayati önem taşıyor. 15 Eylül “Dünya Lenfoma Farkındalık Günü” nedeniyle tedavi edilebilir bir hastalık olan lenfoma hakkında kısa bir hatırlatma yapmak istedik.
Bu belirtilere dikkat edin
Lenfoma, lenf sisteminin hücrelerinde başlayan kanserdir. Lenf sistemi, vücudun enfeksiyon ve hastalıklarla savaşmasına yardımcı olan bağışıklık sisteminin bir parçasıdır. Lenfomanın en sık görülen belirtisi lenf bezindeki şişlik yani lenf bezinin büyümesidir. Fakat, lenf dokusu tüm vücutta bulunduğundan hemen hemen her yerde de başlayabilir Bu nedenle, hastalığın belirtileri tutulan bölgeye ve organa göre değişiklik gösterebilir:
Dalakta
büyüme
Ateş,
gece terlemeleri ve nefes darlığı
Halsizlik,
yorgunluk, iştah ve kilo
kaybı
Özellikle
kemiklerde ağrı ve karın ağrısı
Kalıcı
öksürük, inatçı kaşıntılar ve cilt döküntüleri
Alkol
tüketiminden sonra lenf bezlerinde ağrı
Sık
enfeksiyonlar lenfomada görülebilen belirtiler arasındadır.
Şişlikten korkmayın ama ihmal de etmeyin
Boyunda 1 cm. kasık bölgesinde ise 2 cm. olan lenf bezleri normal kabul edilebilir. Bu boyutların üzerinde bir büyümede lenfoma akılda tutulması gereken bir hastalıktır. İster boyunda ister başka bir bölgede yaşanan lenf bezi şişliklerinde, hastaların kötü huylu bir tümörü düşünerek telaşlanması doğaldır. Ancak bu tür büyümelerin büyük bir çoğunluğu kanser dışı nedenlere bağlıdır. Lenf bezinde lenfoma haricindeki şişlikler; enfeksiyon, bağışıklık sisteminden kaynaklanan otoimmün hastalıklar, kullanılan bazı ilaçlar, romatizmal hastalıklar ve lenf dokusunu oluşturan hücrelerin içinde bazı moleküllerin birikiminden kaynaklanan depo hastalıklardan kaynaklanabilmektedir. Lenf bezlerinde yaşanan şişliklerin zaman kaybetmeden doktora başvurarak büyümenin nedeninin belirlenmesi gerekmektedir.
Lenf bezindeki şişlik ağrımıyorsa
Lenf bezindeki şişliklerin ağrıyla birlikte yaşanması hastaları daha fazla endişelendirmektedir. Ancak lenf bezi şişliklerinde ağrı genellikle enfeksiyon kaynaklıdır. Lenfomadaki şişliklerin büyük bir çoğunluğu ise ağrısızdır. 40 yaş ve üzerinde ortaya çıkan, ağrısız ilerleyen, haftalar veya aylardır geçmeyen, sert, birbirine yapışık, birden çok ve lastik kıvamında olan şişlikler lenfoma şüphesini artırmaktadır.
Tedavi hastaya göre planlanıyor
Lenfoma tedavisinde belirli standartlar olmakla birlikte tedavinin planlanmasında hastalığın yaygınlığı, alt tipi, tümörün bazı biyolojik özellikleri ve kişinin genel sağlığı da dahil olmak üzere dikkate alınması gereken birçok faktör mevcuttur. Bu nedenle her hastaya göre tedaviyi bireyselleştirmek gerekebilir. Lenfoma tedavisinde; kemoterapi, akıllı moleküller denilen hedefe yönelik tedaviler, kök hücre nakli ve radyoterapi tedavileri uygulanabilmektedir.